Hayatta ki mutluluklar bir sabun köpüğü gibiydi, havada süzülüp de bir yere temas ettiği an kaybolan, narin ve kırılgan sabun köpüğü ama acılar...onlar birer elmas gibi. Onu parçalamak için defalarca vursanda asla parçalanmıyordu, taş gibi olduğu yerde kalakalıyordu. Mutlulukların böylesine geçici olup, acıların böylesine kalıcı olmasını hep garipsemişimdir. Ama şimdi parmağımda ki alyansa bakarken geride bıraktığım o neşeli günler sanki çok uzak bir anı olarak kalmış gibiydi. Halbuki Kayseri'ye geleli sadece üç gün olmuştu. Kısacık üç gün ve bu üç gün sanki hayatımdan bir ömrü söküp almıştı. Sivas da ki o güzel gece Turan'a gelen telefon ile aniden bölünmüştü. Yüzüklerimiz parmaklarımıza yeni takılmışken gecenin bir yarısı yola çıkıp Kayseri'ye dönmüştük.
Bir telefon ve acil operasyon emri...
O akşam Turan'ın yüzünde oluşan mahcubiyeti görmüştüm ama burkulan yüreğimi gizleyip yol çıkalım demekle yetinmiştim. Turan'ın telefonda ne konuştuğunu, ona ne dendiğini bilmiyordum ama yol boyunca arabaya bir ölüm sessizliği çökmüş gibiydi. Vücudundan, direksiyonu kavrayan parmaklarından bile gergin olduğunu anlamıştım.
Beni eve bıraktıktan sonra kısa bir an karşımda duraksamış ve yüzümü avuçlarının arasına aldıktan sonra eğilip beni alnımdan öpmüştü. Sıcak dudaklarının dokunuşunu sanki hala hissedebiliyordum. O an ona iyi olup olmadığını sormak istemiş ama sessiz kalmıştım. Kulaklarımda hala benden ayrılmadan önce ki o sözleri yankılanıyordu.
"Geri geleceğim. Allah'a emanet ol"
Sonra gitmişti ve ben ondan üç gündür tek bir haber alamıyordum. Telefonu kapalı, mesajlarım cevapsız... Sanki koca Kayseri yıkılmıştı da ben o yıkıntının içinde tek başıma oturuyordum. Sabah akşam açık olan televizyonun başında oturuyordum çaresizce. Beklemenin bu kadar zor olduğunu bilmezdim o ana kadar, bu kadar ağır bir yük olduğunu...
"Umay" ismimi duymamla irkildim ve elimde ki kalem yığını ufak bir gürültü ile masaya düşüp etrafa dağıldı. Bakışlarımı ondan ayırıp bana seslenen iş arkadaşıma cevirdim.
"Efendim"
"Sana kaç kere seslendim, dalmışsın. İyi misin sen?"
"Ahh, kusura bakma. İyiyim sorun yok"
"Yok ne kusuru, yemek yiyeceğiz de gelmiyor musun diyecektim"
"Geliyorum."
"Tamam o zaman hadi gel gidelim, buraları sonra toparlarsın zaten yemekten sonra çocukların uyku vakti"
"Tamam" dedikten sonra oturduğum yerden kalkıp Elif'in peşinden ilerledim. Yeni başladığım anaokulunun koridorunda ilerleyip yemekhane kısmına girdiğimiz de yemek yiyen çocuklara gülümseyip, biraz yemek aldım ve iş arkadaşlarımın olduğu masaya geçip oturdum. Önümde ki yemeğe bakarken hiçbir şey yemek istemediğimi fark etsem de kendimi bir şeyler yemeğe zorlamam gerektiğini biliyordum. Turan her göreve gittiğinde böyle olamazdım, kendimi toparlamalıydım.
"Umay nasıl alışabildin mi? Gerçi ikinci günün ama"
"Alıştım, teşekkür ederim. Çocuklar da beni sevdi galiba" derken gülümseyip benimle konuşan sınıf öğretmenine gülümsedim. Otuzlarının ortalarında sarı saçlı, tatlı bir kadındı.
"Müzik derslerini onlar için çok eğlenceli hale getirdin, sesinde güzel gerçekten."
"Teşekkür ederim"
"Bu arada nişanlısın galiba?" diyen kadının yüzüklerinin takılı olduğu parmağına baktığını görünce, kendi bakışlarım da istemsizce parmağıma kaydı ve bakışlarım tekrar ona dönerken gülümseyip, "Evet" dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMAY
Romance"İzliyoruz " derken sesinde garip bir dalgınlık oluşmuştu. Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirirken kemerimi çıkardım ve son kez ona baktım. "Gidiyorum" derken direksiyonda ki elini kaldırıp yüzüme koydu ve sabah evden çıkmadan önce yenilediğim ban...