"Aferin benim kızıma! Ben diyordum zaten hep biliyorsun, bu konuda çok yeteneklisin diye."
"Anne, o kadar iyi sallıyorsun ki vallahi olayı bilmiyor olsam yutturacaksın." dedi Mercan. Bugün annesine en son yazdığı oyunu ile ilgili gelişmeleri haber vermişti. İzleyenlerin fazlasıyla beğendiğini ve İstanbul'un hatırı sayılır bir sahnesinde oynatmak istediklerini anlattığında; Mercan'ın şu zamana kadar olağan gücü ile istemediği uğraşını birden benimsemiş ve işte benim kızım diye gururlanmaya başlamıştı.
Oyun gösterime çıkalı yaklaşık bir hafta olmuştu. Son derece güzel geri dönüşler alıyordu. Ama daha kendisi oyunu izlememişti. Annesi bunu duyunca hafta sonu kardeşi ile yanına geleceğini ve geldiklerinde hep beraber izlemek istediğini söyleyip, itiraz kabul etmediğini belirtti.
Mercan telefonu kapattığında fakültesinin önünde sayılırdı. Dersin başlamasına daha vakit olmasına rağmen sınıfa gitti. İsimlerini bilemese de yüzlerinden tanıdık gelen birkaç kişi ayrı ayrı taraflarda oturmuş bir işle uğraşıyordu. Çoğu zamanın aksine ön sıralardan birisine oturdu ve çantasından zar zor okuduğu kalın ve sıkıcı kitabı çıkardı. Çok geçemeden Doğan içeri girdi. Genelde sınıfa geç geldiği düşünülürse bugün bunun aksi bir davranış sergilemişti. Sessizce Mercan'ın yanına geçtiğinde onu görmediğini anladı ve omzu ile Mercan'ı dürttü:
"Bu kitabı sürekli şikayet etmiyor muydun sen, ne oldu? Almış götürmüş seni." dedi. Mercan kafasını kaldırıp ona baktı ve gülerek kitabın kapağını kapattı. Kollarını masanın üstünde bağladığı sırada içeriye Ilgaz girdi. Kulağında kulaklıkları ile kendinden emin adımlar atıyordu. Mercan gözleri ile onu yerine geçene kadar takip ederken:
"İnan ben de bilmiyorum. Ne olduysa birden oluverdi anlayamadım bile ."
"Hadi ya? Bana ver bari bitirince."
"Ne?" deyip kafasını çevirdiğinde suratında şaşkın ve agresif bir ifade vardı.
"Bitirince diyorum, ver de ben de okuyayım."
"He sen kitabı diyorsun." dediğinde bakışlarını tekrardan Ilgaz'a çevirdi. Az önceki tüm ifadeler kayboldu, yüzünde hiçbir mimik kıpırdamıyordu ama gözleri çok fazla şey anlatıyordu. "Tamam onu hallederiz."
Yaklaşık yirmi dakika sonra ders başladı. Kenan hocanın dersiydi. Eğlenceli bir adamdı Egemen'in bu konuda kime çektiği belliydi. Kürsüde eşyalarını düzenlerken bir yandan bir şeyler mırıldanıyordu. Sonra genelde sesi çok duyulmayan, kakülleri yüzünü örtecek kadar uzamış olan genç bir kadın durup dururken şöyle bir şey dedi.
"Hocam, siz hiç aşık oldunuz mu?" Kimse ondan böyle bir soru beklemiyordu. Hatta Kenan hocanın bakışları bile şaşkındı. Gözlüğünü düzeltip minik bir tebessüm etti.
"Herkes aşık olur." dedi gülümserken.
"Ben olmadım hocam!" diye başka bir ses yükseldi arkalardan, diğerinden başka bir öğrenciydi. Onun aksine kakülleri yoktu ama yüzünü örten ince çerçeveli, büyük bir gözlüğü vardı. Kenan hoca yerinden kalkıp yürümeye başladığında bir yandan da şöyle diyordu:
"Aşk. Aşk, herkeste farklı şekilde tezahür eder. Kimi çok sever. Kimisi az. Kimi birkaç kere sever. Kimi sevdi mi bir kere, gözünü kapatır diğer herkese. Kimi erken sever, küçükken bulur aşkını. Kimi geç kalır sevmeye, başlayamadan kaybeder." Bir kaç adım daha attığında Mercan'ın oturduğu yerin önünde durdu ve sınıfa hitap etmeye oradan devam etti. "Aşk çok basittir, zira bir çocuk bile aşık olamayı bilir. Bazen masallardan öğrenir, eğer şanslıysa da ailesinden. Ama ne yalan söyleyeyim, işin bu bilgi kısmı aşkta pek sökmez. Yavru bir kuşta kanat çırpmayı bilir, ama uçabilmek için kendini boşluğa atması gerekir. Aşkta böyledir sadece cesur çocuklar kazanır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanat Aşk İçindir
Ficción GeneralAşk en çok ondayken güzel duruyordu, sevgi en çok ona yakışıyordu ve elleri sadece onunkilerle ısınıyordu. "Aşkı tanımlamaya çalışan nice şair nice yazar gelip geçti dünyadan. Şimdi düşününce, keşke seni tanısalardı diyorum" 10/05/2020🍀