20

1.3K 109 11
                                    

         "Heh! Bak gördün mü iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş." dedi Egemen imalı bakışlarla. Eskiden beri bu tarz imalarda bulunmayı çok severdi. Yine yapması bir anlığına da olsa hiçbir şey değişmemiş gibi hissettirdi. Hiç bırakılmamış, hiç terk edilmemiş, hiç üzülmemiş gibi.

   Aslında Ilgaz'ın bu teklifine itiraz etmem gerekirdi, yokluğunda o kadar büyük laflar etmiştim ki gerçekleşen bu durum karşısındaki tutumum gurur kırıcıydı. Önüne okyanuslar serilen bir balığın küçük cam bir fanusa muhtaç olması kadar tezat ve aynı bir durumdu bu. Ben okyanusu değil onu yaşamayı öğrenmiştim zamanında ama, şimdi her şeyi hiç öğrenmemiş gibiyim. O yanımdayken hiçbir şey bilmiyorum. Yeni doğmuş bir bebeğin annesine muhtaçlığından farksız bakıyordum gözlerine, öğrenmek istiyordum dünyasını. Tekrar dünyam olsun istiyordum. Ama sonra hatırlıyorum, o dünyada kıyamet kopalı çok oldu ve yine o dünyada ölüler dirilmiyordu.

   Her şeyi öğretmişti bir keresinde keresinde bana. Dedim ya. Karmakarışıktık birbirimize. Bu dağınıklığımız hiç göze batmıyordu, öyle bağlıydık ki çözülmek aklımıza bile gelmiyordu. Şimdi ise çözülmeye uğraşılmadan makasla kesilmiş, yarısı ziyan olan iplerden farkımız yoktu. Karışığız hala ama birbirimizle değil. Mesela şarkımız ben de kaldı, en sevdiği film de, en sevdiğim kitabı yanına aldı ama. Belli bir düzene bağlı olmadan rastgele dağıtılan kartlarla ne oynayacağını bilmeyen iki kumarbaz gibiydik. O oyununun kazananı olmamıştı ama ben kaybetmiştim. Nerden mi biliyorum? O kitabı okurken neler hissediyor bilmiyordum ama, ben o şarkıyı dinlerken hala ağlıyordum.

   Egemen'in kolumu dürtmesi ile gözlerimi yerden kaldırdım. Onu düşünürken ona bakmamaya alışmıştım. Ellerini acele etmemi istercesine salladı. Hala kendime gelememiş olmanın etkisi ile belli belirsiz kafa salladım ve ayaklandım. Ilgaz kapıya doğru gidip nezaketen açtı. Teşekkür etmek şöyle dursun kafamı dahi kaldırmadan çıktım odadan.

   Rastgele bir yöne yürümeye başladım, nereye gideceğimizi bilmediğim aklımın ucundan dahi geçmedi. O an sadece gururlu kızı oynamakla meşguldüm. Birkaç adım daha attığımda Ilgaz'ın sesi ile durdum.

         "Mercan!" diye seslendi sadece. Adımı sesinden duymayalı uzun zaman olmuştu, zamanı geldiğinde bunun benim için bir lüks olacağını söyleseler, hadi oradan der gülüp geçerdim. Şimdi ise bu basit hareketi bedenimi kaskatı kesmişti. Adım atmayı, arkama bakmayı bırak nefes dahi alamıyordum. Onu yaşarken hiçbir şeyi abartmıyor olmak kendimden nefret ettiriyordu. 

   Sevmek ne büyük bir zehir diye düşündüm. Çok ani bir şekilde girip tüm vücuduma yayılan bir virüs gibi. İçten içe beni yiyor ama bir türlü bitiremiyor. Panzehri desen anahtarı denize atılmış kitli bir kutuda. Tüm çözümler ve bana iyi gelecek her şey denizin dibinde yosunlarla kaplı olacağını biliyor olmak hiç iyi hissettirmiyor. Bir yöntemim daha var; dağıldığım kadar dağıtmak, kutuyu paramparça etmek ama değil yapmak düşünmesi bile çok korkunç geliyor. Ben dağıldım idare ediyorum, ama o dağılsa ben yok olurum.

         "Bu taraftan." demesi ile kendime geldim. Arkamı dönüp kafamı salladım. Bakışları üstümdeyken ellerimle üstü başımı düzeltip dikkatim başka yerlerdeymiş gibi davranmaya çalıştım. Aynı hizaya geldiğimizde az öncekinden aksi yöne doğru yürümeye başladık. Nereye gideceğimizi bilmiyordum, içeride de sormamıştım. Aramızda kayda değer bir konuşma geçmediğini o an fark ettim ama çokta kale almadım. Ben bunları düşünürken o düşündüklerimi duyar gibi:

         "Kenan hocaya asistanlık yapıyorum, o da bana bir oda verdi sağ olsun. Ama birazcık mesafe var." dedi. Nispeten uzun bir süredir yürüyorduk ve buna karşın açıklama yapma ihtiyacı duymuştur diye düşünüp devam ettim. O kadar şeyin üstüne, ilk karşılaşmamızda, hiçbir şey yokmuş gibi sohbet muhabbet etmeye çalıştığı aklımın ucundan bile geçmedi. Bir süre sonra tekrar söze girdi ve: "Çok yanıyor mu canın?" diye sordu.

Sanat Aşk İçindirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin