1. Bölüm "Pilot"

126 10 6
                                    


-5 sene 11 gün önce-


Sevda'nın  evin incisi olarak gördüğü, kocaman salonun üçte birini kaplayan barın tezgahına oturmuş, bir kaç saat önce tanıştığım yeni diş doktorumun bedenimin her yerini fetih etmesini izliyordum. Dudakları bacaklarımın arasındayken halinden memnun bir inleme ile bir bakış attığını gördüm. 

Nefes nefese artık daha fazla oyalanmasına tahammül edemeyip çıplak omuzlarına sivri tırnaklarımı geçirerek onu yukarıya çektim. Dudakları bu kez boynuma gömülürken kalçalarına giden ellerimle onu kendime daha çok çekip bacaklarımı beline doladım. Bacaklarıma dökülen gömleğimi sıyırıp çıplak olan belden altımı gözler önüne serdiğinde yüzünden çapkın bir gülümseme geçti. Öne atılıp içimi doldurduğunda kollarımı boynuna doladım. Kendi temposu ile bedenlerimizi hareket ettirirken dudaklarımdan bir inilti koyu verdim. 

Dakikalar sonra geri çekildiğinde ikimizde soluk soluğaydık, sevişmeye başlamamızdan hemen önce içtiğim, yarıda kalmış viski bardağımı kafama dikip susuzluğumu dindirdim. 

"Harikaydı." dedi berbat Alman aksağanı ile İngilizce konuşup.

Gözlerimi onu onaylamak için yumup açtığımda uzanıp dudağıma bir öpücük kondurmak istedi ama bunu fark ederek onu görmezden gelip başımı çevirdim. Kollarımla destek alıp bardan aşağıya indim. Pantolonunu giyip kolunda ki saatine baktı, anladığım kadarı ile randevum için kliniğine uğramamdan hemen sonra kullandığı öğle molasının sonuna gelmişti. 

"Geç kaldım." diye mırıldanıp bar sandalyesine koyduğu ceketini ve evrak çantasını aldı, ceketinin cebinden çıkardığı kartviziti bana uzatıp " Umarım tekrar görüşürüz." dedi. Yüzümde kim bakarsa baksın anlayacağı o sevimsiz gülümseme oluşurken kartı elinden aldım. Koridorda gözden kayıp olduğunda barın arka kısmına geçip çöp kovasına kartviziti attığım an dış kapının kapandığında dair gelen ses kulaklarıma ulaştı. Boşalan bardağımı yeniden doldurup uyuşuk adımlarla merdivenlerden üst kata çıktım, misafirlerim geldiğinde ortadan kaybolmayı en akıllıca alışkanlıklarından biri haline getirmiş olan Hannah odasından çıkarken başı ile bana selam verip hala yarı çıplak olan bedenime bakmamak için başını çevirdi. Evin gündelik işleriyle ilgilenen yatılı hizmetlimizdi. Sarp öğle saatlerinde okulda olduğundan Berlin şehir merkezine yakın Lichtenberg de ki evimiz  gün içi aktivitelerim için uğrak noktam oluyordu. Sık sık iş seyahatlerine çıkan Sevda da işimi kolaylaştırıyordu. Bardağımı komodinin üzerine bırakıp ılık bir duş aldım, alt kata indiğimde mutfakta olan Hannah'nın yanına gittim.

"Bana yeni bir dişçiden randevu alır mısın?" dediğimde bunun üçüncü olmasına aldırmadan başı ile onayladı. Suç bende değildi halbuki, bu ve bundan öncekiler hatırı sayılır çekicilikte baştan çıkarılması kolay adamlardı, karşıma yaşlı ve emekli olmasına ayları kalmış bir dede çıkamadığı sürece dolgularımı asla tam anlamıyla yaptıramayacaktım.

 Salon da ki ses sisteminden üzerimde ki uyuşukluğu atmasını umduğum elektro bir parça açtıktan sonra şarkıya mırıldanarak eşlik ettim. Yerden tavana kadar uzanan pencerelerin önünde ki ikili koltuğa oturup kenardaki sepetten bacaklarıma örteceğim bir battaniye çıkardım. Ekimin son günü her zaman ki gibi yağmurlu ve soğuktu. Duvar saatinden Sarp'ın gelmesine daha üç saat olduğunu görmemle bu süre zarfında uyuma kararı almam bir oldu.

Gözlerimi araladığımda ıslak saçlarını eli silkeleyip su damlalarını üzerime düşürüyordu. Kıkırdayıp elimle onu savuşturdum "Uyan hadi, Hannah öğle yemeğini çoktan hazırlamış." dediğinde "Aç değilim." diyerek gözlerimi yeniden yumdum, üzerinde ki battaniyeyi çekti.

"Kalksana!"

"Defol başımdan bücür! Aç değilim dedim ya!"

Hannah'ya İngilizce yemeği salonda yiyeceğimizi söyleyip sehpalardan birini sürükleyerek koltuğun önünde getirdi, bacaklarımı uzatmış olmamı hiçe sayarak üzerine oturduğunda "Tam bir baş belasısın!" diye bağırdım, yüzünde ona bağırdığım çoğu zaman bundan memnun olduğunu belli eden o munzur ifade oluşurken gözlerimi ovup bacaklarımı altından çektim.

Somondan yalnızca bir kaç çatal alıp tabağımla oynamaya başladığımda Hannah bana sigaramı ve küllüğümü getirdi. "Yemek masasında olmaz." diye sızlandı Sarp.

"İlki, bu bir yemek masası değil, ikincisi benden küçük olan sensin kendi kafanda kurduğun hiç bir kurala uyma zorunluluğum yok."

"O şey berbat kokuyor." Dediğinde bıyık altı güldüm "Günün nasıl geçti?"

"Eh, her zaman ki gibi, bir kaç ödevim var Charlotte ve Alarıck'le bize gelecek."

"Saat kaçta?"

"Beş gibi burada olurlar." 

Sigaramı söndürüp ayağa kalktım "Onlar gelmeden çıkayım madem." 

"Neden?"

"Size rahatsızlık vermeyeyim."

Yüzünde sıkıntı bir ifade vardı "Alarıck'le seni tanıştıracaktım." dediğinde durup omuz silktim "Bence yüzümü görmeden ne hayatını sürdürebilir."

"İyiyde.." deyip sustu, ardından "Neyse boş ver." diye ekleyerek yemeğine devam etti.


Üzerimi giyip arabama bindiğimde telefonumda Sevda'dan bir sesli mesaj vardı. Sarp'ın okuluna yapacağı bağış için irtibat numarası istiyordu. Aynı zamanda iki gün sonra eve döneceğinin de ön bilgilendirmesini yapıyordu, ayak işlerini yapmayacağımdan mesajını cevapsız bırakıp yola koyuldum.

Tausend bar açılalı yarım saat olmuştu, arka masalardan birinde yerimi alıp telefonumla oynamaya başladığımda Dale bana enfes kokteyllerinden birini getirdi. Onunla iki hafta önce yatmıştık, sonrasına hiç aramamış olmama alınmayan hatta bundan memnuniyet duyan nadir tanıdıklardandı. Müziğin baş döndüren sesine kendimi kaptırıp başımı ardıma yasladım, bu gece ki olası avlarımı süzerken bir yanım bundan bıktığı ile ilgili naralar atıyordu. Lakin kendimi meşgul tutmazsam psikiyatrimin de söylediği gibi yeniden depresyona girme ihtimalim artardı. Bu da kendime bulduğum boktan eğlencelerden vaz geçmemi imkansız hale getiriyordu..


- 4 sene 3 ay 2 gün önce -


Alkol komasına girmemden sonra benimle kendime yaptığım bu şey için uzun süre konuşmayan Sarp'ı güldürmek adına türlü şaklabanlıklar yapıyordum. Eve getirdiği arkadaşları ile tanışmak için özen gösteriyor, boş vakitlerimde ise ara sıra mutfağa girip kek yapma denemelerine soyunuyordum.

O kadar çok bağırmıştı ki neye uğradığımı şaşırmıştım, isyanında haklı olduğunu bilmeme rağmen.

'Kendini mi öldüreceksin?' demişti 'Derdin bu mu? Ha! Nasıl bu kadar bencil olabilirsin? Kendini öldürerek nasıl beni yalnız bırakmayı düşünürsün? Beni hiç mi önemsemiyorsun ha? Allah kahretsin! Küçük olan benim, ben! Senin bu halinden bıktım artık!' 

Sözleri beni bir nebze olsun kendime getirirken değişim için adım atmaya karar vermiştim, sabahları on da uyanıyor biraz koşu yapıp kahvaltı ediyordum. En azından bu alışkanlığım oturmuştu, ek olarak öğlen bir ile iki arasında son günlerde favori mekanım olan Elmore'a gidip kahve içiyor, kalabalığı izliyordum. 

Yine o günlerden biriydi, ben dışarıda ki soğuk havadan kaçıp içeriye giren insanları izlerken. Kapıdan girişinde bile farklılık vardı, dudaklarından çıkıp havaya karışan gri nefeste, ellerini birbirine sürtüp ısıtışında, kasiyere gülümseyip siparişini verişinde. Bir kaç metre ötemde oturup teki takılı olan kulaklığından müzik dinleyişinde, siyah gür saçlarını ardına atışında, her nefes alıp verişinde, inip kalkan omuzlarında. 

Ondan gözlerimi alamayışım da bir farklılık vardı. 

Tezgahtar'ın hazır olan kahvesi için ' Bay Akın' diye seslenmesi daha çok dikkatimi çekerken o sakin adımlarla tezgaha yürüyüp buharı tüten karton bardağını aldı, iyi günler diledikten sonra kopişonunun şapkasını başına geçirip yeniden soğuk sokaklara karıştı.

Onu ilk kez Elmore'da, o soğuk kış gününde görmüştüm...

Ölümden Doğanlar - Gece'nin Masal'ıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin