23. Bölüm

5.9K 491 174
                                    

Abim ve Açelya'nın zoru ile odama dinlenmek için gitmiştim. Yatağıma uzanıp tavana bakarken ne zaman uyuduğumu bilmiyordum ama odanın dışında ki koşuşturma sesleri beni uyandırmıştı.

Etrafa anlamsız bakışlarımı atarken yerimden kalktım ve koridora çıktım. Askerler ve sağlık görevlileri koridorun sağ tarafına doğru, ablamın odasının olduğu tarafa doğru, koşuyorlardı.

Aklıma kötü olabilecek hiç bir şey gelmemişti. Bende o tarafa doğru ilerlemeye başladım.

Odanın yakınlarında kalabalık artıyor ve bir yerde toplanıyordu. Kalabalığın arasında Oğuz'u gördüm askerlere emir veriyordu. Sonuçta güvenlikten sorumlu olan kişiydi. Kalabalığın arasından geçerek asıl noktaya ulaştım.

Gördüğüm beden karşısında dona kalmıştım. Ablam, kalbinin üzerine saplanmış bir hançer ile yerde yatıyordu. Bu gerçek olamazdı değil mi? Rüya görüyor olmalıydım. Hayır hayır kabus bu bir kabus olmalıydı. Evet kesinlikle bir kabustu bu.

Yerde yatan bedene daha fazla yaklaştım. Diğer tarafta abim duruyordu. Sahiden, onu ilyileştirebilirdi. Gözlerim sulanmış bir halde konuşmaya çalıştım.

"Abi ha-hadi, iyileştir onu. O ölmeyecek değil mi?" Abim bana bakmış ve hızla yanıma gelip sarılmıştı. Kafamı göğsüne yasladığı için hareketim de zorlaşmış durumdaydı. Bu sırada sağlık görevlisi olan bir kaç kişi ablamı götürüyordu.

Artık ağlarken konuşmaya çalışıyordum.

"Abi neden götürüyorlar? Sen iyileştirebilirsin!" Ağlarken sesim koridorda yankılanıyordu. Neden götürdüklerini biliyordum aslında ama kabullenmek istemiyordum. Bir tarafım hala bir ihtimal olabileceği yönündeydi. Ama gerçekçi tarafım artık geç kalındığını biliyordu.

Ben ağlamaya devam ederken abim bana sarılmaya devam etmiş, kalabalık dağılmıştı. Artık ağlamam dinmeye başladığında çevreme baktım ve meclis üyeleri ve saray çalışanları ile karşılaştım.

Hızla yerimden kalktım ve saray muhafızlarının büyük kısmının başı olan Oğuz'u bulmalıyım. Artık umurumda değildi. Hız gücümü kullanarak olabileceği yerlere bakmış ve onu bulmuştum. Bahçedeydi, beni bekliyor gibiydi.

"Oğuz bul onu! Kim yaptıysa onu bulmak zorundasın." Put gibi durmuş bana bakıyordu sadece. Bu kadar da olamazdı değil mi? Artık sevgi kavramını mı yitirdi bana karşı?

"Neden konuşmuyorsun, neden cevap vermiyorsun? Sevmiyorsan bile konuşabilirsin, değil mi? Bir anda böyle davranmak kolay mı, Oğuz?!" Sinir krizi geçiriyordum ve yumruklarım Oğuz'un göğsüne geliyordu. En sonunda kafamı göğsüne yaslanmış bir halde vurmaya devam ettim.

Ama hala alışıldığım gibi susmaya ve tepki göstermemeye devam etmişti. Yüzümü kaldırıp sert ve soğuk görünümlü yabancıya baktım. Onda Oğuz'a dair bir şeyler bulmaya çalıştım. Ama olmuyordu,  bu yeni kişide ona dair ufak bir kırıntı bile yoktu.

Artık vazgeçmiş bir şekilde geri dönecekken. Kafamda yankılanan ses durmamı sağlamıştı.

"Kimin yaptığını bulacağım, meleğim."  Hızla arkamı döndüm ve şaşkın ifade ile Oğuz'a baktım. "Şuan olmaz sanki hiç konuşmamışız gibi gitmeni istiyorum. Açıklayacağım. Lütfen sana olan soğuk tavrımı hayal edebilir misin?" İçimden konuşmak yerine sadece kafamı sallamıştım. Zaten kafamın içini görebiliyordu. Şaşkınlığımı anlıyordu.

Elim mührüme gitti. Ona güvenebilir miydim? Sanırım... evet. Yüzünde aynı soğuk ifade vardı ama içimden duyduğum sesi eski ona benziyordu. Mantıklı bir açıklaması olduğuna inanıyordum.

Element KrallığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin