32. Bölüm

4.9K 278 227
                                    

İdam bitmişti bir konuşma yapmıştım ve Mesalina'nın konuşmasına izin verilmeden görevli kişi zehiri vücuduna vermişti.

Hemen ölmemiş bu 5 dakika sürmüştü. İlk vücudu felç geçirmiş bu sayede bağıramamış ve hareket edememişti. Sonra ise zehir ona acı çektirerek öldürmüştü. Bu en acımasız idam şekillerinden biriydi. Daha önce bu şekilde öldürülen kimseyi görmemiş veya duymamıştım.

Olduğum platformdan inerken bir kaç askerin koşarak yanıma geldiğini gördüm.

"Efendim, önemli bir gelişme oldu. Tutsak Oğuz olduğu yerde yığıldı kaldı." Hızla arabaya doğru ilerlerken onlarda yanımda yürüyorlar konuşmaya devam ediyorlardı.

"Bilinci yerinde değil ve kalbi de düzensiz atıyor. Doktorlar acil olarak ilgileniyorlar efendim." Anladığımı belli etmek için kafamı sallamıştım. Hızımı kullanarak askerleri geride bıraktığımda aynı zamanda gözlerimin de yandığını da hissediyordum.

Gerçekten büyü çok tehlikeli ve yapacak bir şeyimiz yok muydu? Kısa sürede saraya gelmiştim. Gördüğüm ilk görevliye sormuştum o da zaten beni beklercesine hemen Oğuz'un olduğu yeri söylemişti. Suçlular için özel olarak ayrılan hasta odasında tutuluyordu. Tekrar hızımı kullanarak oraya ulaştım. Kapının önündeki muhafızı es geçip kapıyı açacakken beni durdurdu.

"Efendim hala müdahale ediyorlar. Girmemelisiniz."

"Sana mı sormalıyım?"

"Üzgünüm biliyorsunuz kurallar böyle. Müdahale sırasında kraliçe dahil doktor ve yardımcıları dışında kimse giremez." Haklıydı, sırf yöneticiyim diye kuralları çiğneyemezdim. Geri çekildim. Gözlerim daha da fazla yanmaya başlamış ve önümü göremiyecek hale gelmiştim. Kapının yanında duvara yaslanarak yere çöktüm.

Her ne olursa olsun onu kaybetmeye dayanamazdım. Belki bir zavallı gibi gözüksemde, ne kadar tek başıma kalmaya alışmaya çalışsamda, olmuyordu. Oğuz olmadan yaşama düşüncesi benim için çok ağırdı.

Gözlerimden yaşlar süzülürken elim tekrar mührüme gitti. Değişen bir şey yoktu. Hala aynıydı. Bir süre sessizce orada ağladım. Diğerlerinin beni böyle görmesi pek umrumda değildi.

Bir süre sonra önümde bir gölge hissettim. Muhafızlardan biri olmalıydı. Sonrasında kafamın üstünde bir el geldi. Bakışlarımı kaldırdığında onun muhafız olmadığını anladım. Tanıdık bir yüzdü.

Saçlarımı okşarken ağzımdan bir hıçkırık kaçmıştı. Bu şekilde sessizliğim son bulmuştu. Birinin yanımda olması niyeyse daha da ağlamama ve duygulanmama sebep oluyordu.

Bu halim ile Lui yanımda eğildi ve sırtımı da okşamaya başladı.

"Merak etme o iyi olacak. Açelya bir şeyler bulmaya çalışıyor. Eminim çözümü bulacaktır." bende kendimi bunu söylemeye çalışıyordum. Ama kalbim kulaklarını kapatmış sadece ağlıyordu. Düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. Beynim sakin olmamı söylerken kalbim onu dinlemiyor ve içimde fırtınalara sebep oluyordu.

Lui beni kollarımdan tutarak yavaşça kaldırdı. Ve yürümeme yardımcı olmuştu. Yavaşça odama götürüyordu beni. Konuşuyordu, beni rahatlatmaya çalışıyordu ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Kalbimin ağrısının Oğuz dışında bir çözümü yoktu çünkü.

Nihayet odaya gelmiştik beni yatağıma oturttuktan sonra komidindeki sülahiden su doldurup vermişti. Hıçkırıklarım yok olsa da sessizce yaşlar akmaya devam ediyordu. Gözlerimden yaşlar süzülürken yavaşça suyu içmeye çalıştım. Bir kaç küçük yudumun sonunda bardağı ona geri uzattım. Pek bir yararı olduğunu düşünmüyordum. Benim su içmem beni sakinleştirmeyecekti. Ne yaparsam yapayım sakin olmayacaktım. Beni sakinleştirecek tek şey Oğuz'un geri gelmeseydi. En azından yaşamasıydı.

Element KrallığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin