Koskoca bir sarayın içine girdik. Haliyle dışı kadar içide büyüktü. Harikaydı. Kapının girişinde merdivenler vardı. Birisi sağa birisi sola ayrılıyordu. Mavi Sakal sola doğru yönelince peşinden gittim. Biraz çıktıktan sonra karşımıza koridor çıktı. İleride kapılar vardı. Mavi Sakal sağa dönünce orada bir kapı olduğunu daha yeni gördüm. Eski bir kapıya benziyordu. Ya da benzemiyor du öyleydi. Cebinden anahtar çıkarıp kapıyı açtı. İçerisini küçük bir pencereden sızan güneş ışınları aydınlatıyordu. Cam dolaptan bir ilaç aldı ve bana uzattı
- Bunu iç yarına her şeyi hatırlamış olursun.
Elindeki mor ilacı aldım. Bir dikişle içtim. Ve yüzümün ekşimesi kaçınılmaz oldu. O ne biçim tad öyle. Öğk. Şişeyi tekrar ona uzattım. Alıp pencereyi açıp fırlattı. Keşke vermeseydim. Şişenin şekli çok güzeldi. Neyse. Kapıdan çıktık. Mavi Sakal kapıyı tekrar kilitleyip anahtarı cebinde koydu. Ve merdivenlerden aşağı indi. Yoruldum ama yeter. Girişe geldiğimizde bu sefer sağ merdivenlere yöneldi. Ne bitmez yolmuş. Biraz çıktıktan sonra yine bizikoridor karşıladı. Bu koridar diğerine göre daha büyüktü. Ve daha çok aydınlıktı. Koridaırn solunda yine bir merdiven vardı. Mavi Sakal koridorun sonundaki kapıya gitti. Tabi ki bende peşinden. Kapıyı açtı ve içerisi çok güzel ve büyüktü. Büsbüyük
- Burası senin odan. Üstünü değiştirip dinlen. Akşam balo var.
- Peki ve ne balosu.
- Akşam öğrenirsin.
Kapıyı kapatıp gitti. Pencerenin yanında çift kişilik yatak ve duvara sabitlenmiş koca bir gardırop vardı. Yatağın yanında komidin ve karşısında şifoniyer vardı. Bakalım bu gardırop dolu mu...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Elbşse ve ayakkabımı giyip, çantamda alıp odadan dışarı çıktım. Bi an tırsmadım değil başka gezegene gelirim filan diye. Kapıyı açtığımda karşımda Alper duruyordu. Pardon Rüzgar. Peki o buraya nasıl geldi. Gerçi niye gelemesin ki. Hayatta sorguladım bir çok şey çıkıyor. En iyisi kafaya takmamak. Rügar kokunu üçgen yapıp bana biraz yaklaşıp kolunu uzattı. Ben de kalan boşlukta kolumu geçirdim. Birbirimize hiç konuşmadık. Geniş merdivenin oraya gelince sessizliği o bozdu.
- Çok güzel olmuşsun.
- Teşekkür ederim, sende çok yakışıklısın.
Gülerek cevap verdi. Kocaman kapıdan dışarı çıktık. Önümüzde yolun kenarlarında lambalarla aydınlatılmış ve sağımızda ormana giden zifiri karanlıkta bir yol vardı. Tabi ki biz aydınlık olan yoldan gittik demeyi isterdim ama zifiri yola sapmıştık. Biraz yürüdükten sonra ormanın içine girdik. İkimizde konuşmamışy7k. E tabi ben de dayanamadım.
- Nereye gidiyoruz.
Ses gelmedi.
- Nereye gidiyoruz dedim.
Yine ses yoktu. Kolumu hızlıca çekip sert bakışlarıyla yüzüne bakıyordum. O da bana baktı. Ama gözlerinde hala o bakış. Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor. Bakışlarımı yumuşattım. Yüzünü ellerimin arasına aldım. Ağlamaya başladı. Kendini suçlu hissediyordu biliyordum, biliyordu. Onun hiçbir suçu yoktu biliyordum ama o bilmiyordu. Sarıldım. O da anında karşılık verdi. Belimdeki ellerini sıktıkça sıkıyordu. Hiç bırakmayacakmış gibi sarılıyordu. Ellerimi saçlarına götürüp okşadım.
- Geçti. Bak buradayım. Yanında.
- Be-Ben çok özür dilerim.
- Senin hiçbir suçun yok Rüzgar.
Rüzgar dememle hıçkırıkları daha da arttı. Geri çekildim. Ellerimle gözyaşlarını sildim. Oo da benim ne zaman aktığını bilmediğim gözyaşlarımı sildi. Sonra gözlerimin içine baktı derin derin.
- Söyle artık şu söyleyemediğini.
- Ahsen yarın hatırlayacaksın ama ben daha fazla dayanamayacağım.
Gözlerine "söyle artık" diyen bakışlarımla baktım.