Selamunaleykum 🌿
Sonunda istediğiniz Enes'li bölümü getirdim size.
Okuyup bol bol yorum yaparsınız artık 😃
.
.
.Hayatım boyunca takvim yaprakları ile bu kadar haşır neşir olduğum bir zaman dilimi bilmiyorum. Bir kapı ziline, bir telefon sesine hassaslaşmıştı kulaklarım. Bir haber duymak istiyordum artık. Zihnimi saran endişe sarmaşıklarını keskin bir bıçak ile kesip atabilmek ve evleneceğimize dair iyice zayıflayan inancımı güçlendirebilmek için buna ihtiyacım vardı.
Beklediğim haber, Ensar'la Filistin'den dönüşümüzün yirmi sekizinci gününde gelmişti. Artı doksan ile başlayan bir hattan arandığımda, kayıtlı olmayan bu numaranın beni cezbetmesine izin verip aramayı cevaplamıştım. Lamia ablanın sesi kulaklarımı doldurup geldiklerini ve Ankara'da olduklarını söylediğinde göğüs kafesimin altı baharı erkenden karşılamıştı. Ancak geliş sebeplerinin ben değil, Hamza abinin annesi olduğunu öğrendiğimde baharın habercisi olan kuş cıvıltıları kesilmiş, onların yerini derin bir sessizlik ve karanlık bir atmosfer almıştı.
Hamza abinin annesi uzun zamandır hastanede tedavi görüyormuş, durumu ağırlaşınca apar topar Ankara'ya gelmişler. Söylemesi kolay. Hamza abinin sabıka kaydında daha önceden tutuklandığına dair ifadeler bulunduğu için havalimanında oldukça şedid bir sorgudan geçirilmiş ve nihayetinde, ülkeden hatta şehirden ayrılması yasaklanmış. Bunun üzerine Enes; Lamia abla, Hale ve Reem teyzeyi normal yollar ile işlemleri halledip Türkiye'ye getirmiş. Hamza abi ise Mısır üzerinden memleketine yani Ankara'ya ulaşmayı başarmış.
İsrail'in insanı böyle sık boğaz etmesini bizzat yaşamasam Lamia ablanın anlattıklarını ütopik bulabilirdim. Oysa biliyordum ki normal bir insanın normal bir eşyası bile şüphelenmelerine kâfi gelebilirdi ve ben, bu sistematik insan hakkı ihlalini görmezden gelen onlarca takım elbiseli adam ve son zamanlarda onların ekmeğine yağ süren beyaz elbiseli adam biliyordum.
Kaç dakikadır onunla ilgilenmem için bana sürünüp duran Hureyre'yi iki elimle tutup havaya kaldırdım. Ellerim bembeyaz tüyleri arasında kaybolurken burnunu burnuma sürtüp gülümsedim.
"Benim pamuğum, benim minnoşum oyun mu istiyor?" Dilini çıkarıp yüzümü yalamaya çalışsa da izin vermedim. "Hayır. Olmaz. Olmaz diyorum annem, sok o dilini içeri." Huysuzca miyavladığında gülerek onu omzuma yasladım. Odamdan çıkıp merdivenlerden inerek salona ulaştım. Tam koltuğa oturacaktım ki işten gelince portmantoya astığım çantamdan bir müzik sesi gelmeye başladı. Hureyre'yi koltuğa bırakıp çantamın yanına gittim. Telefonu elime aldığımda Ensar'ın aradığını gördüm.
"Bu çocuk da bir gün sesimi duymadan yapamıyor." dedim keyifle sırıtarak.
Aramayı cevaplayınca "Selamunaleykum." dedim ondan önce davranarak. Artık selam vermek ve almak çekindiğim bir mesele olmaktan çıkmıştı.
"Ve aleykumselam ve rahmetullah. Canım kardeşim bugün nasıllar acaba?"
Sesi neşeli olmakla beraber biraz kısık geliyordu. "İyiyim çok şükür de bu kibarlığınızın bir sebebi var mı acaba?"
Güldü, yanağındaki gamzeyi buradan görebiliyordum. "Her zamanki halim işte ya." dedi. "Sesim geliyor değil mi?"
"Evet ama az geliyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...