ü ç | ٣

6.6K 716 126
                                    

Gökyüzü, sonbahara girdiğimizi iddia eden takvimi yalanlıyordu. Alabildiğine mavi, alabildiğine bulutsuzdu. Kuşlar şen şakrak uçuşuyorlardı. Pencereyi açıp kuşların cıvıltısını daha net duymak istedim. Tenime değen ılık rüzgarla gözlerim istemsizce kapanırken iç geçirdim. O ân, aklıma Dostoyevski'nin bir cümlesi düştü.

"Hep şunu düşündüm, Varenka, biz insanlar, kaygı ve telaş içinde yaşayan biz insanlar, gökteki kuşların kaygısız ve masum mutluluğunu da kıskanmalıyız."

Burukça gülümsedim ve gözlerimi açtım. Öğleden önce Doktor Hanım yanıma tekrar gelmiş ve gergin olduğumu fark etmişti. Evet gergindim çünkü can güvenliğim yoktu. Tutuklanmış, bir -belki daha fazla- İsrail askerinin ölmesine sebep olan bir çatışmayla kurtulmuştum. Ve hâlâ bu topraklardaydım. Vatanımdan binlerce kilometre uzakta.

O berbat hücreden sonra böyle bir insanla karşılaşmayı bir mucize olarak gördüğüm için ona endişelerimi anlattım.

"Her şeyimi aldılar." dedim sinirle. "Ne yapacağım şimdi ben? Gazeteci miyim kaçak bir turist mi? Can güvenliğim yok resmen. Ya beni bulup tekrar tutuklarlarsa? O askeri benim öldürdüğümü düşünürlerse?"

Böyle bir şeyin olmayacağını, korkmamam gerektiğini söyledi sürekli. Gerekçesi ise Enes'in ortada delil bırakmayan birisi olmasıydı. "Türkiye çoktan devreye girmiştir." dedikten sonra yüzünü buruşturdu. "Ama İsrail bir iki özür ile sıyrılır işin içinden. Yine gazeteciliğine devam edersin. Tabi bunca olaydan sonra burada devam etmek ister misin, bilmiyorum canım."

"Öyle mi diyorsunuz..." diye mırıldandım. Doktor Hanım'ın son cümlesi aklıma takılmıştı. Devam etmek ister miydim? Buraya gelmeden önce aldığım eğitimler, verdiğim emekler hızlıca zihnimden geçti. Ardından bileklerime geçirilen kelepçeler, rutubet kokulu hücrede aldığım nefesler, çatışma, vurulmam... Zihnimde büyük bir muvazene savaşı çıkmıştı ve terazi o kadar sallantılıydı ki başımın ağrısı şiddetlenmişti.

Ağrı kesici istediğimde hemen ayağa kalktı ve hemşireye haber vereceğini söyledi ve ekledi: "Şu an bir şey düşünme ve rahat ol Âhla. Âhla'ydı değil mi? Kartta öyle yazıyordu." Başımı salladım. "Ben de Lamia. İstersen Lamia, istersen Lamia abla de ama sakın sizli konuştuğunu duymayayım."

Güldüm. "Memnun oldum. Gerçekten çok memnun oldum Lamia abla."

...

Hemşirenin verdiği ağrı kesici birkaç saat sonra etkisini göstermiş, öğleden sonra iyice kendime gelmiştim. Yatağımda bacaklarımı kendime çekmiş, çenemi dizlerime dayamış oturuyordum.

Odanın kapısı tıklatılarak açılınca başımı kaldırdım.
Lamia abla gelmişti. Gülümseyerek "Daha iyi misin?" dedi.

"Evet, teşekkür ederim." dedim ben de gülümseyerek. "Ne zaman taburcu olacağım?"

"İki üç güne inşallah."

Anladığımı belirten bir ses çıkardım.
Kendimi daha iyi hissetmeme rağmen hâlâ iç huzuruma kavuşamamıştım. Çünkü aklımı kurcalayan meseleler vardı. Lamia abla her ne kadar rahat ol dese de diken üstünde oturuyordum şu yatakta. Hem nasıl rahat olabilirdim ki? Beni bulmaları zor olmazdı zannımca.

"Bir sorun mu var?"

Lamia ablanın sorusuyla bakışlarımı ona yönelttim. Ricamı kırmazdı değil mi? Lütfen kırmasın... Buna çok ihtiyacım var.

âmâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin