Anneannemin eviyle evimizin arası aslında çok yakın sayılmazdı. Ama hem biraz açık havada yürüyüp kendime gelebilmek hem de yol üzerindeki babamın dükkanına uğramak düşüncesiyle otobüse ya da taksiye binmedim.
Sabahki kadar olmasa da hava hâlâ soğuktu. Rüzgar pek sıkı bağlamadığım atkımdan içime girdikçe titriyor, kollarımı birbirine doluyordum. Yanından geçmek üzere olduğum sokak lambası aniden yanınca havanın kararmak üzere olduğunu fark ettim. Adımlarımı sıklaştırıp yaklaşık on beş dakikalık bir yürüyüşten sonra Aras Kırtasiye'nin önündeydim.
Beyaz, şeffaf kapının üzerindeki itiniz komutuna uyarak kapıyı ittirip içeri girdim. Selim abi beni görünce hemen gülümsedi. "Oo Âhla! Hoş geldin. Babana bakıyorsan arka tarafta yeni gelen kitapları yerleştiriyor."
"Hoş buldum Selim abi." dedim ben de gülümseyerek. "Arka tarafa gideyim o zaman ben."
Başını salladı ve "Çay söyleyeyim mi, içer misin?" diye sordu. Aslında bu kadar üşümüşken çay içimin ısınmasını sağlayacak iyi bir fikir olabilirdi ancak akşam olduğunu ve Selim abinin dükkanı kapatma hazırlığı içerisinde olduğunu gördüğümden teşekkür edip kibarca reddettim. Rengarenk kalemlerin yanından geçip led ışıklarla süslenmiş kitap raflarının olduğu tarafa yöneldim. Babam arkasındaki raflara yaslanmış, muhtemelen yerdeki ağzı açık koliden çıkardığı bir kitabı inceliyordu. Hatta incelemeyi geçmiş, ayak üstü okumaya başlamış gibi gözüküyordu. Ona yaklaştığımı fark etmemişti çünkü.
"Baba." diye seslendim. Uykudan uyanır gibi başını kaldırıp bana baktı, ben olduğumu görünce gülümsedi.
"Kızım."
İyice yaklaşıp sarıldım. Ayrıldığımızda ellerimi avuçlarının içerisine aldı. "Buz gibi olmuşsun. Nerden geliyorsun böyle?"
"Anneannemden. Sonra Ensar da oraya gelince biraz uzun kaldım. Sahi sen Ensar'ın geldiğini biliyor muydun?"
Başını salladı. "Hımm gelmiş kerata. Âkif geldi bugün buraya da o söyledi."
Elindeki kitabı kapatıp kişisel gelişim kitaplarının arasına koydu. Bir şey söyleyecekti fakat bundan vazgeçip dikkatle yüzümü incelemeye başladı. Muhtemelen göz kenarlarım morarmış, burnum kızarmıştı. Hâlâ düşünceli halimden sıyrılamadığım için bakışlarım da solgun olmalıydı."Âhla, kızım, iyi misin sen?"
Beklediğim soruyu duyunca güldüm. "Neden, kötü mü gözüküyorum? Çirkinleşmiş miyim yoksa?"
"Çirkinleşmek mi, ne münasebet. Bu boncuk gözlerle çirkin olman mümkün mü?" Bu seferki gülüşüm kahkaha niteliğindeydi. Gülerek içime attığım olumsuz duyguları bastırmaya çalışıyordum işte. 'Bu boncuk gözleri'n bana aktarılmasının müsebbibi olan babama, endişelenmesin diye soğuğu bahane edip konuyu değiştirdim. "Ne diyecektin sen az önce?"
"Ensar tezi hakkında bir şeyler söyledi mi sana?"
"Evet, konusu savaş psikolojisiymiş ve daha iyi araştırma yapmak için Kudüs'e gidecekmiş." Hazır babam bu konuyu açmışken benim de onunla gitmem için izin istemeli miydim? Ensar'ın dediği gibi bu sefer gazeteci değil turist olarak gidecektim. Hem pek bir yer gezme imkanım olmamıştı, bunu telafi etmeliydim.
"E söyle artık Âhla, ne kıvranıyorsun?"
Gülümsedim. "Babacığım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...