Hayatta değer verdiğim iki şey vardı: Ailem ve mesleğim. Hayat beni ikisi arasında tercih yapmaya zorladığında, kalemim hep ailemin olduğu şıkkı işaretlemeye alışıktı. Şu an burada oluşum ise cevap kağıdına kaydırma yapmış olmamdan başka bir şey olamazdı. Duygularımın mantığıma üstün gelmesine izin vermek kesinlikle büyük bir aptallıktı.
Mesleğine aşık bir gazeteciydim ve muhabiri olduğum ajansın teklifini kabul etmemin getirisi olarak bu topraklardaydım. Fakat Kudüs'e gelişimin daha ilk haftasında haksız bir şekilde kelepçelenip bu izbe yere terk edilmek gerçekten ağrıma gitmişti. Suçumun ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu ve ben burnumun direğini sızlatan keskin rutubet kokulu, ıslak zeminde oturmaya mahkumdum. Fotoğraf makineme ek olarak telefonuma ve saatime de el koyduklarından, zaman kavramı karanlığın da etkisiyle benim için artık yok gibi bir şeydi.
Kapıdaki küçük pencere hariç ışığın hücreye ulaşabileceği hiçbir açıklık yoktu. Bana bir şey yapmasalar bile bu boğucu karanlık tek başına kalp atışlarımın hızlanmasına yetiyordu.
Midemde hissettiğim ağrıyla eş zamanlı olarak bacaklarımı karnıma çekip sırtımı duvara yasladım. Soğuk acımasızca bedenimi sarmaladı, çaresizlik zihnimin baş köşesine kuruldu ve ben sadece suya olan hasretinden kurumuş dudaklarımı ıslatmakla iktifa ettim.
Sertçe yutkunmamla birlikte birkaç gözyaşı yuvarlandı elmacık kemiklerime doğru. Ajansın teklifini kabul etmeseydim şimdi ailemin yanında huzurlu ve mutlu olacaktım. Ferah evimizin bahçesinde bütün aile toplanmış akşam yemeğimizi yiyor olacaktık belki de. Rüzgar estikçe hanımelilerin kokusu burnumuza taşınacak, dudaklarımızda tebessümler yeşerecekti. Yemekten sonra Enise'yle çimlere uzanıp tüm ihtişamıyla yeryüzünün tavanına asılmış doğal avizeleri seyredecek, yaşımız kaç olursa olsun annemin soyduğu meyvelerden yiyecektik. Veya bir kış günü sıcacık ekmeklerin olduğu poşetle evimize dönerken soğuktan tir tir titrediğini görüp kıyamadığım ve sahiplendiğim kedimin tüylerini okşuyor olacaktım.
Ama ben, buradaydım.Hakikat; yüreğime sayısız dikeni batıran, kendi gözyaşlarımla beni boğmaya teşebbüs eden katilin adıydı. Her ne kadar kabullenmek istemesem de ben, Ahla Aras, İsrail askerleri tarafından esir alınmıştım. İstanbul'daki yaşamımızın kıskanılası güzelliğinin şu an bir önemi yoktu.
Zaman ilerledikçe karanlığın tonu koyulaşmış, korkum ikiye katlanmıştı. Sanki boğazımı tüm gücüyle sıkan bir çift el vardı da nefes alışverişlerim kesintiye uğruyordu.
Bağırmak, neden burada olduğum sorusunu yinelemek istiyordum fakat buraya ilk getirildiğim lahzalarda fazlasıyla zorladığım ses tellerim buna izin vermiyordu. Birkaç öksürükle boğazımı temizledim ve sesimin en fazla ne kadar çıktığını test ettim.
"Hey."
Ünlemle bitirmeyi arzuladığım kelimemin sonuna basit bir nokta ilişmiş, çıkan ses de bir hırıltıdan öteye gitmemişti.
Yenilgi yanıma bağdaş kurup otururken sinirle yumruklarımı sıktım ve artık hıçkıra hıçkıra ağlamak benim için kaçınılmaz oldu. Güçsüzlüğümü belgeleyen gözyaşları, karanlığa karışıp yok olurken artık göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı. Islak, sert ve soğuk zeminin kucağına kıvrıldığımda bu kabusun bir an önce bitmesini diledim.
...
Beni berbat uykumdan uyandıran şey, hücrenin kapısının kulakları sağır edecek derecede gıcırdayarak açılmasıydı. Doğruldum ve elimin kirli olmasını umursamadan görmemi engelleyen saçlarımı kulaklarımın arkasına iteledim. Gözlerime aniden değen ışık refleks olarak gözlerimi kısmama sebep oldu. Önce siyah botlar girdi görüş alanıma. Gözlerim ışığa alışınca bakışlarımı kaldırdım ve karşımdakini incelemeye başladım. Kıyafeti baştan aşağı koyu yeşildi ve asker üniforması olduğu aşikardı. Sağ kolundaki siyah bantta İbranice bir şeyler yazıyordu. Belindeki tabanca ve elinde taşıdığı uzun namlulu silah tüylerimin diken diken olmasına yetti. Yutkundum ve bana tiksinircesine bakan gözlerine yönelttim bakışlarımı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...