Mutluluk âna ve mekâna göre elbisesini değiştiren, tarifi kişiden kişiye değişen bir kavramdı. Kimine göre refah seviyesi yüksek bir yaşamın menfezinde yol almak mutluluğu karşılayabilecek bir tanımken kimine göre asıl mutluluk sevdiklerinin yanı başında olmasıydı. Âna ve mekâna göre değişirdi çünkü insanlar olarak gelecekte ne olacağını bilemediğimizden, o âna kadar başımıza gelen en güzel şeyi mutluluk olarak tanımlayabiliyorduk. Huzur ise mutluluğun sürekli hale gelmesi ile oluşan ruh dinginliğiydi, mutluluktan daha büyük bir lezzet ve doyum verirdi insana.
Şu anda içimde kıpraşan hisler ise huzura gebe kalmış mutluluktu, çok yakında hasretini duyduğum huzur güçlü bir çığlık ile kucağıma bırakılacaktı sanki. Beni terk etmemesi için onu özenle büyütecektim.
Huzur ve mutluluk dışında göğüs kafesimin altını gıdıklayan hisler de vardı elbette ve bunların başında şaşkınlık geliyordu. Parmağıma geçirilen altın halkaya dünyanın en garip şeyiymiş gibi bakıp durmaktan kendimi alamıyordum. Peki ya yanımdaki adam? Biz resmen yan yana duruyorduk ve parmaklarımız kırmızı bir kurdeleyle birbirine bağlıydı.
Babam elindeki makasla kurdeleye yaklaşırken eş zamanlı olarak ellerimizi kaldırdık. Kalp atışlarım iyice hızlanmış, ellerim terlemeye başlamıştı. Tüm gerginliğime rağmen günün sonunda dudaklarım gülümsemekten ağrıyacak gibiydi. Zira yanımdaki beyefendinin çoğu zaman ıskaladığım tebessümleri, annemin, anneannemin ve hatta babamın duygusallaşması, Ensar'ın ve Ali abimin ağabeyliğinin tutup Enes'e uyarı dolu bakışlar atması, Lamia ablanın ve Hamza abinin muhtemelen kendi nişanlarını hatırlayarak birbirlerine bakması, Enise'nin ve Ayşe Sâre'nin hülyalı bakışlar eşliğinde iç çekmesi, Reem teyzenin anlaşamamaktan ötürü kolumu sıvazlayıp durması, Hale'nin ne ara temin edildiğini bilmediğim parlak renkteki balonlarla oynaması, Reyhan annemle Âkif amcanın darısı bizimkilerin başına demesi; pekâlâ bunların hepsi birer tebessüm sebebiydi ve ben bu sebepleri bir bir yediriyordum dudaklarıma.
Kurdele kesildi, babam makası Enise'nin tuttuğu tepsiye bıraktı. Hamza abi "Allah hayırlı mübarek eylesin." diye duada bulununca her ağızdan aminler döküldü. Elimi yavaşça yanıma indirirken istemsizce ona döndüm. Tam bir dönüş değildi ancak yüz ifadesini görebileceğim kadar vardı. "Sadece tanışmaya geldiğinizi sanıyordum." dedim fısıltıyla. Yeşillerini yüzüme değdirmeden "Fena mı oldu yani?" diye cevap verdi aynı sessizlikle. "Bu kadar kolay halledebildiğim için bana teşekkür etmelisin oysaki."
"Hah?!" demek istesem de bunu yapmadım, sadece gözlerimi belertmekle yetindim. Ancak göz temasında bulunmadığı için pek çok anlam ve biraz da tehdit barındıran çok fonksiyonlu bakışımı görememişti.
"Sana normal kahve yaptım Enes. En azından kahveleri yapma amacımın, isteme faslına geçtiğiniz için olduğunu söyleyebilirdiniz. Babam da dünden razıymış. Artık ne konuştuysanız, sır gibi saklıyorsunuz."
"Normal kahve yapmaman mı gerekiyordu? Hiçbir şey anlamadım."
Yüzündeki masum ifadenin ona daha çok bakmamı telkin ettiğini fark ettiğimde bakışlarımı kısa bir irade savaşıyla üzerinden çektim. Benim için en zoru buydu, hayatıma bütünüyle geçirmek vakit alacaktı.
"Tuzlu kahvemi içmedin demek istiyorum."
"Şu mesele." dedi yeni anladığını belirten bir ses tonuyla. "Borcum olsun ne diyeyim."
Cevabından hoşnut bir şekilde gülümsedim. Büyüklerimin elini öpüp gençlere sarıldım. Hamza abi hariç herkesle temasta bulunurken Enes'in mesafe koyduğu kişilerin sayısının daha fazla olduğunu fark ettim. Bu kişilerin arasında annem de vardı ve en az annem kadar ben de şaşırmıştım. Tam aramızdaki insanları ve balonları aşıp yanına gidecektim ki omzumda bir el hissettim. Ensar ciddi bir ifadeyle, "Nişanlısınız, nikâhlı değilsiniz Âhla." dedi. "Annen ve anneannen hâlâ onun mahremi değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...