Bu bölüm düzenlenecektir.
.
.
."Filistinlisin. Direnişçisin. Anlatacak bir şeylerin mutlaka vardır."
Etraftaki onca gürültünün yanında sessizlik kendisine konaklayacak yer nasıl bulmuştu bilmiyorum. Onunla konuşurken her şey anormal işliyordu. Uçan kuşlar gökte asılı kalıyordu ondan cevap beklerken. Çocuklar koşturmayı bırakıyor, hareket eden hiçbir canlı kalmıyordu etrafta. Zaman duruyordu adeta. Tam içimden "Nihayet!" diye sevinecektim ki Hamza abi bitiverdi yanımızda.
"Ezan okunacak şimdi, saflarda yer kalmayacak."
Dertlerimiz ne kadar farklıydı. Enes'in aralanan dudakları kapandı, yuttu diyeceği ne varsa. "Hadi." Gittiler, ben de gitmek istedim buradan ama çocuklara verdiğim bir söz vardı. Hepsine taçlarını yapıp verdiğimde biraz yorulmuştum. Ama yüzlerindeki gülümsemeye sebep olmuştum, buna değerdi.
Çocuklardan ayrılıp biraz sakin bir yere doğru yürüdüm.
Kendimizi değiştirmediğimiz sürece yalnızca çığlık olmak hiçbir işe yaramayacak. Kendimizi değiştirmek ne demekti? Ben onlar için bir şeyler yaptığımdan bahsediyordum ama o hâlâ beni ve mesleğimi küçük görüyordu. Bir işe yaramayacakmış.
Bir taşı öteye savurdum.
Âmâ olmaktan kurtar kendini. Âmâ mıydım ben? Göremediğim ne vardı? Kalbi katılaşmış, manen göremeyen, merhamet duygusundan uzak, vicdanı olmayan insanlara da âmâ denebilirdi mecazen. Ben öyle biri miydim Allah aşkına? Göremediğim ne vardı!
Çimenlere oturan birkaç insan görünce ben de oturmaya karar verdim. Aklım başımda değilken yürümeye devam edersem Fizan'a kadar giderdim.
Ümmetin buna ihtiyacı var. Bu cümle hakkında yorum dahi yapamıyordum. Benimle dalga geçtiğine de ihtimal vermiyordum, bu söylediklerinin mutlaka bir anlamı olmalıydı.
Benim anadilimle söylediği şeyi anlamak için bu kadar çaba sarf etmem tuhaftı. Dudaklarımı ısırdım istemsizce ve sıkıntılı bir nefesi havayla buluşturdum. Zihnimde onlarca kilitli kapı vardı ve bunun sorumlusu Enes'ti. Anahtarları elime tutuşturması gerekmiyordu, en azından yerini gösterseydi de burada biraz önceki zaman dilimini -yapamayacağımı bildiğim halde- aklımdan silmekle uğraşmasaydım.
Güzel bir gün olacaktı bugün. Öyle de başlamıştı. Anneannem aramış, başımdaki özlem bulutları biraz dağılmıştı. Aksa'da çocuklarla taç yaparken içimdeki mutluluk iyice yukarılara çıkmış, onu gördüğümde de zirveye ulaşmıştı. Ama sonra sözleri karabiber etkisi yapmış, mutluluğu bir hapşırıkla atıvermiştim içimden.
Telefonumun zil sesini duymamla çantama yöneldim. Telefonu çantamdan çıkarırken arayan her kimse yerlerde olan moralimi söyleyeceği şeylerle magmaya indirmemesini diledim. Arayan kişinin ismini okuduğumde pek şaşırmadım, Defne'ydi.
"Selam, nerdesin?"
"Aksa'nın yakınlarındayım?"
"Şey diyecektim. Âhla, biz Mert'le Yahudi bir kızla tanıştık. Çok tatlı, samimi biri. Akşam bizi bir bara davet etti, arkadaşlarıyla tanıştıracakmış. Sen de gelsene?"
Sol kaşım şaşkınlıkla havalandı. "Defne biliyorsun ben-"
"Hayır Âhla sandığın gibi değil. Siyonizm'den nefret ettiğini söyledi. O da bu bölgenin Tanrı'nın onlara vaadi olduğuna inanıyor ama Mesih gelmeden bu topraklara girmeleri harammış. Filistinliler'i çok seviyormuş ve-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...