a l t ı | ٦

4.6K 623 94
                                    

Üzerimdeki kararsızlık kırıntıları sürülerce kuşu doyuracak ağırlığa ulaşınca, onlara doğru bir adım bile atamadım. Lamia ablanın yüzü solgun, dili suskun, kardeşinin omzundaki yarayı sarmakla meşgul olan eli yorgundu. İki kez hayatımı kurtaran adamın kufiyesinin ve gömleğinin rengi neredeyse kırmızıya inkılâb etmişti. Beni fark etmemeleri için hareketsiz kaldım, istemsizce nefesimi tutma girişimlerinde bulundum. Ki böyle bir endişem olmasa bile bu manzaradan sonra zaten doğru dürüst nefes alamadığım bir gerçekti. Bana olan ithamlarına rağmen, bu adamın acı çekmesi anlayamadığım derecede beni üzüyordu.

Sıktığı dişlerinin arasından kaçan iniltileri duymak istemediğimden o an ve hiçbir zaman beni görmek istemeyeceğine emin olarak arkamı döndüm ve tam aksi yönde adım attım.

Odama döndüğümde duvardaki saat 16.30'u gösteriyordu. Oflayarak yatağa oturdum. Dirseklerimi dizlerime, yumruklarımı çeneme dayadım ve odanın kapısı çalınıp Mert içeri girinceye kadar o halde durdum.

"Daha iyi misin?"

Gözümü bu odada ilk açtığımdan beri gece yarısı yaptığımız tartışma hiç olmamış gibi davranıyordu.

"Evet, mümkünse hemen çıkıp gidelim buradan." Kararlı ses tonuyla söylediğim ani cevabıma şaşırdığı yüzünden okunuyordu. "Hastaneleri sevmiyorum, boğuyor bu atmosfer beni." Bedenim iyileşirken zihnim hastalanıyor adeta.

"Tamam." dedi ve telefonunu çıkardı cebinden. Ben de ayağa kalkıp yatağın yanındaki koltuğun üzerine bırakılmış sırt çantamı ve birkaç eşyamı koyduğum poşeti elime aldım.

"Nerdesin? Tamam orada bekle biz de geliyoruz... Tamam Âhla'ya söylerim, alır. Görüşürüz." Telefonu kapatıp cebine koydu. Defne'nin çantasını işaret etti. "Bahçedeymiş, onunkini de alsana." Dediğini yaptım ve odadan çıktık. Taburcu işlemlerini kendisinin halledeceğini benim Defne'nin yanına gitmemi söyledi. Uğraşmak istemediğimden işime gelmişti açıkçası. Teşekkür ettim ve onun gözden kaybolmasını bekleyerek acil müşahede odasına gittim.

Eşikte dururken içerdeki hemşirelerden biri bir an bana bakıp işine döndü. Başka hastalar da vardı. Lamia ablayı göremedim. Hamile olmasına rağmen çok yoruluyordu, güzel kadın. Ve evet, odanın önüne geldiğim anda gördüğüm ancak en son fark etmiş gibi söylediğim adam, Enes Fakhri, bana en yakın yatakta boylu boyunca uzanıyordu. Üzerine ince bir battaniye örtülmüştü. Gözleri kapalı, kaşları muhtemelen çektiği acıdan dolayı çatıktı. Göğsü düzenli bir şekilde inip kalkıyor, başka hiçbir uzvu oynamıyordu. Onu daha iyi gördüğüme sevinerek, tamamen iyi olmasına dua ederek hastaneden çıktım.

Gökyüzü havanın bir buçuk saat kadar erken kararmasına neden olan gri bulutlarla kaplıydı ve yağmur çiseliyordu. Tenime pek nazik bir dokunuş sergilemeyen rüzgarla kollarımı bedenime sardım. Burnuma ulaşan sigara kokusundan rahatsız olup birkaç adım ileri gittim. Gözlerim Defne'yi buldu, yanına gidip çantasını ona teslim ettim.

"İyi olduğuna eminsin değil mi?"

Gülümseyerek başımı salladım. Gözlerim bahçede dolaşan, oturan, bir şeyler yiyen, sigara içen insanlara takıldı bir müddet. "Otele gidince direkt uyuyacağım." diyen Defne'ye döndüm. "Bence önce yemek yemeliyiz." Başını salladı. "Evet çok haklısın Âhlacım. Hatta otelde değil bir restoranda yiyelim. Felafel'i tatmak istiyorum. Yedin mi sen hiç?"

Hayır anlamında başımı salladım. "Sen ısmarlarsan neden olmasın?"

Gülüştük.

âmâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin