Selamunaleyküm 🌱
Görüntülenmeye göre oy sayıları çok düşük, bu durum beni üzüyor bilesiniz. 🥲🔗
Şam Kapısı'ndan girince önünüze iki yol çıkar. Han ez-Zeyt ve Vâd yolu. Han ez-Zeyt Kıyamet Kilisesi'ne çıkar. Vâd yolu ise Mescid-i Aksa'ya çıkan ana yoldur. Vâd yolu üzerinde üç katlı birkaç daireden oluşan bir bina bulunur. Bu yoldan ve bu binanın önünden her geçişimde bir ihanetin resmi canlanır zihnimde.
Şaron, adamın biri ile güzel bir ücret karşılığında işbirliği yapmış. Adamın görevi, bu binadaki daireleri kendisine alıyormuş gibi sahiplerinden satın almakmış. Adam her daireye tek tek gidip ev sahipleri ile görüşmüş, daireyi satın almak istediğini belirtmiş. Kimse şüphelenmesin diye de bir daireyi satın alırken diğer daireleri de satın aldığını veya alacağını söylememiş. Daire sahiplerinin paraya ihtiyaçları olduğunu bildiği için onları ikna etmesi zor olmamış. Nihayet tüm dairelerin tapusunu üzerine aldığında, siyonist mahkemesine başvurarak hepsini azılı düşmanı olması gereken adama vermiş.
Davasını üç kuruşa satan bu adamın ömründen Allah bereketi almış, bu işten aldığı komisyonu harcamaya fırsat bulamadan hastalanıp ölmüş. Oğulları babalarının yaptıklarından utanç duysalar ve diğer tüm insanlar gibi onunla ilişkilerini kesseler de ölünce cenaze namazını kılmak istemişler. Ancak Filistinliler bu adamın namazını kılmak bir yana cesedinin Mescid-i Aksa'ya girmesine dahi izin vermemişler. Böylelikle sonu; açılan alelade bir çukurda, üzerinde lanetler ile kıyamete kadar yatmak olmuş.
Davaya ihanet etmenin yalnızca düşmana ev, toprak satmak ile olmayacağına inananlardanım. Davayı önemsememek; evinden, kalbinden, zihninden çıkarmak da bir ihanet değil midir? Beytülmakdis'i kalbinde satan ile bilfiil satan arasında bir fark olduğunu kim iddia edebilir?
Dini önemi bir yana, hâlâ ecdadımızın izlerini gururla taşıyan çevresi mübarek kılınmış toprakları en ucuz gündemlere satmak müminlere yakışmıyordu. Gündemimi en güzeli ile değiştiren Rabbe hamdolsun.
Bu hikayeyi ve Kudüs hakkında bildiğim çoğu şeyi bana öğreten adam, artık yanımda değildi. Nerede olduğunu bilmiyordum. Nerede olduğunu nasıl öğreneceğimi de bilmiyordum. Onu bir daha görebilecek miydim, onu da bilmiyordum. Her şeyin farkındayım, demiştim ona. Hikayemizin bu kadar kısa sürecek olması imtihan değil de neydi?
Evet, korktuğum başıma gelmişti. Sanki içime doğmuştu da kahvaltı yaparken içimden geçenleri söyleyivermiştim ona. Sözleriyle, dokunuşuyla verdiği teselliyi kalbim hevesle almış, kabul etmişti. Şimdiyse, yüreğim acıdan burkulsa da dua etmekten başka çarem yoktu.
Hamza abinin adımı seslenmesiyle irkildim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde "Geldik." dedi.
"Hamza abi?" Sesim tarazlı çıkmıştı, susuzluktan damağımın kuruduğunu da o an fark edebildim. Boğazımı temizleyip yutkundum. "Buradan öğrenebiliriz değil mi? Nerede olduğunu..."
"Buraya getirildiğini görenler olmuş. Ama buradan başka bir yere sevk edildiyse..." Sözünü bıçak gibi kesti. Sanki söylediklerinin gerçeğe dönüşmesinden korkuyor gibiydi. "Gidip sorayım bacım. Bilmiyorum."
Kaşlarım çatıldı. "Ben de geleceğim." diye itiraz ettim. "Belki uzaktan da olsa görürüm onu."
Birkaç saniye düşündükten sonra itiraza meyletmemesi üzerine peşinden karakola girdim.
...
"Eşimi görmek istiyorum." dedim.
"Burada değil. Meskubiyye'ye götürüldü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...