Bir saattir yoldaydım. Kaldığımız evi bir türlü bulamıyordum. Her sokak her cadde aynı geliyordu bana. Hasarlı evler, tabelası solmuş dükkanlar, yabancı olduğumu fark eden insanlar ve bana yönelen bakışlar... Basime'nin "Yolu bulabilecek misin?" sorusuna büyük bir özgüvenle bulabileceğimi söylemiş ve karşılaştığımız yere kadar beni götürme talebini reddetmiştim. Sonuç: kaybolmuştum!
Durup telefonumdan saate baktım, beşe geliyordu. Kendi başıma bu işi başaramayacağıma kanaat getirdiğimde en yakınımdaki kişiye sordum. Sarı tişörtlü kot pantolonlu orta boylu bir gençti. "Nehar İlkokulu'na nasıl giderim?" Evimizin arka sokağındaki okulu söylemiştim. Genç üzgün bir ifadeyle "Bilmiyorum." deyince "Teşekkür ederim yine de." diye cevapladım. Bir elinde ekmek poşeti olan ellili yaşlarda gri pardesülü, siyah eşarplı bir teyzeye yöneldim bu sefer. Daha cümlemi bitirmeden "No English, sorry." dedi İngilizce bilmediğini bildiği kelimelerle ifade ederken. Hayal kırıklıkları konfeti parçaları gibi üzerime yağmaya başlamıştı. Zoraki gülümsedim.
Bu saate kadar da ne Defne aramıştı ne de Mert. Mert'in aramasını beklemiyordum zaten. Ama Defne'yle dün konuştuklarımızdan sonra iyi arkadaş oluruz zannetmiştim. En azından burada. Yanılmışım.
Çantamdan bir toka çıkarıp ensemi rahatsız eden saçlarımı topuz yaptım. Hava öğlenki kadar olmasa da hâlâ sıcaktı. Sonbahar günü bu sıcağın normal olup olmadığını Gazze'de yaşamadığım için bilemezdim ancak İstanbul'da mutlaka bunun bir adı vardı, küresel ısınma. Sağa saptığımda askerlerle karşılaştım. Birisi kadın, üçü erkekti. Kadın siyahiydi, muhtemelen Afro-Amerikan'dı ve Yahudi değildi. İsrail ordusunun içerisinde paralı askerlerin de bulunduğunu Lamia abladan duymuştum. Erkekler ise sarışın, açık tenliydi. Kadın askerle göz göze geldiğimizde gözlerimi yola çevirdim ve yürümeye devam ettim. Aslında birkaç adım attıktan sonra bana seslenmelerini bekliyordum ama olmadı. Bu sefer şüphelenilecek gibi durmuyordum demek ki!
Telefonumu çıkarıp haritaya baktım. Neyse ki internet çekiyordu ve bu sayede haritadan nerede olduğumu görebiliyordum. Kaldığımız evin adresini girdim. Daha iki kilometre yolum vardı. Ayak tabanlarım acıyordu, terden sırılsıklam olmuştum ve daha iki kilometre yolum vardı. Hava kararmadan varabilmek istiyordum. Bilmediğim bir şehrin karanlığında yürümek fiili benden uzak olsundu. Ki tek sorun karanlık da değildi. Genellikle akşam olunca lacivert gökyüzünde beliren savaş uçakları ölüm makinesi gibiydi. Hoş, evde olunca evin başımıza yıkılmayacağının garantisi yoktu. Sinirle ofladım.
Eve vardığımda kapıyı çalmaya mecalim kalmamıştı. Bacaklarımı hissetmiyordum, sağ omzuma astığım fotoğraf makinesi omzumu ağrıtmıştı. Birkaç saniye kapıya yaslanarak durdum. Sırtım kapıdan ayrıldığında zili çaldım. Ayak sesleri yaklaştı, yaklaştı ve Mert kapıda göründü. "Sen miydin..." diye mırıldanıp birkaç saniye içinde ortadan kayboldu. İnsan bir hoş geldin derdi. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Fotoğraf makinesini ve sırt çantamı yere bıraktım ve elimi yüzümü yıkamak için banyoya yöneldim.
Banyodan çıkıp Defne'yle kaldığım odaya girdim. Defne minderinin üzerinde ayaklarını uzatmış duvara yaslanarak kitap okuyordu. Benim girmemle bana bakıp "Hoş geldin." dedi ve tekrar kitabına indirdi bakışlarını.
"Hoş buldum."
Valizden sıfır kollu beyaz bir tişört ve siyah bir eşofman çıkarıp giydim ve üzerimden çıkardığım kıyafetleri kirli poşetine koydum. "Fotoğraf ve videoları gönderdiniz mi?" Bakışlarını satırlardan çekmeden cevapladı sorumu. "Evet." Mindere oturdum. "Ne yaptınız başka?" Oradan ayrıldıktan sonra, beni öylece bırakıp gitmelerinden sonra ne yaptıklarını soruyordum. "Hiç." dedi ünlü harfi uzatarak. Konuşmak istemiyormuş gibi bir tını vardı sesinde. Açıkçası bu moralimi bozdu. Başka bir şey demedim ve mindere uzandım. Gözlerim yine rutubetten renk değiştirmiş, yer yer çatlamış tavanla buluştu. Ve düşünceler bu anı bekliyormuşçasına zihnime üşüştüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualitéAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...