Bu bölüm düzenlenecektir.
.
.
."Annem sürekli ısrar ediyordu, sonunda biriyle görüşmeyi kabul etti. Neyse ne diyordum az önce ben..."
Yanlış duymamıştım! Bir kızla görüşmeye gidecekti. Evlenecekti, Enes evlenecekti! Bana silahını elinden düşürmediğini söyleyen adam başka bir kızla görüşmeye gidecekti. Kalbime bastırdım elimi. Çok acıyordu. Bana nefretle bakan o yeşil harelerin başka bir kıza muhabbetle bakacağı düşüncesi başıma bir ağrı, boğazıma kekremsi bir tat bırakmıştı. Gözlerim dolmuş, burnum sızlamaya başlamıştı. Âh, hayır, şu an ağlayamam...
Ağzımı aralayıp bir şey söylecek gücü kendimde bulamadım. Belki de hala oradaydı ve benim tepkimi merak ediyordu. Belki de bu gelişmeyi öğrenmemden hoşnut olmuştu. Koltuğa oturdum. Telefonu fırlatıp atma isteğimi bastırdım. Birkaç saniye süren sessizlikten sonra Lamia ablanın telaşlı sesi beni kendime getirdi. "Âhla orada mısın?"
Öksürük, birkaç yutkunuş, derin bir nefes. Yine de kurtulamadım beni boğan o histen. Hangi umut damlasını taşımıştım da yüreğime, bu kadar paramparça oluvermiştim? Oysa o, sana dair bildiğim tek şey ismin derken ne kadar ciddiydi. Âh, gerçekten aptalın tekiydim.
"İyi misin Âhla? Neler oluyor?"
Bir damla yaş yanağımdan süzüldü. Onu hiç de nazik olmayan bir hareketle yok ederken sesim nihayet saklandığı yerden çıktı.
"Lamia abla, sesin çok az geliyor." diye yalan söyledim.
"Şimdi nasıl?" diye sorduğunda sesi o kadar çok gelmişti ki telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kalmıştım. Dudaklarıma ulaşan hıçkırığı son anda durdururken gözlerimden birer damla yaş daha firar etti.
"Az geliyor hâlâ. Alo Lamia abla? Alo?"
Ve telefonu kapattım. Gözyaşlarım ve ben tam olarak bu anı bekliyorduk. Telefon elimden yere düşerken omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştım bile. Ağlamam hiçbir şeyi değiştirmeyecekti, evet, bunun farkındaydım ancak belki bir parça dağılırdı kalbimin üstündeki karabasanlar.
Yeşil gözleri, boynundan ayırmadığı kufiyesi ve sert duruşuyla gözümün önüne gelirken sertçe yutkundum. O sırada hiç olmasını istemeyeceğim bir şey oldu: Zil çaldı.
Beni bu halde kimse görmemeliydi. Yoksa soru yağmuruna tutulacak ve bir şey gizlemeyi beceremeyen biri olarak her şeyi ortaya dökecektim.
Zil tekrar çaldı. Anneannem geldiyse bu gerçekten kötüydü, sonuçta onu kendi evine almamazlık yapamazdım. Gözlerimi silip ayaklandığımda gelenin anneannem dışında biri olması için dua ediyordum.
Tam kapıya ulaşmış deliğe bakıyordum ki Ahmet Ensar'ın sesi geldi kulağıma.
"Anneanne, ben geldim!"
İçimden şükrederken ses çıkarmamaya özen göstererek oturma odasına dönüyordum ki sakarlığım tuttu ve askıdaki siyah şemsiyeyi yere düşürdüm. Şemsiyenin çıkardığı gürültüyle kafamı duvarlara vurmak istedim ancak Ensar'ın telaşlı sesi buna engel oldu.
"Anneanne iyi misin, ses ver!"
Konuşmaktan başka çarem yoktu artık. "Anneannem evde değil Ensar."
"Ahla sen misin? Kapıyı açmayı düşünmüyor musun?"
"Düşünmüyorum Ensar, lütfen git." Bu kabalığı yapmak istemiyordum ama buna mecburdum işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...