Gazze'de Hayatını Kaybedenlerin Sayısı 280'e Yükseldi
İsrail ordusunun Gazze'nin Şucaiyye Mahallesi'ndeki katliamında en az 60 Filistinli'nin öldüğü, Ağustos ayından bu zamana kadar saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısının 280'e yükseldiği bildirildi.
Gazze'deki Filistin Hükümeti Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref el-Kudra Şifa Hastanesi'nde yaptığı basın açıklamasında "İlk yardım ekipleri Şucaiyye Mahallesi'nde yıkılan evlerden 20'si çocuk 15'i kadın 60 kişinin cesedini çıkardı, 138 kişiyi de hastanelere taşıdı." diye konuştu.
Bazen bunca uğraşımız boşuna mı acaba diye düşünüyorum. Gayet mutlu bir hayatımız, evimiz, sevdiklerimiz varken hepsini arkamızda bırakıp savaşın kalbine gelmemiz haberlerimize şöyle birkaç saniye gözünü değdiren insanların ne kadar umrunda? Alabilmek için canımızı tehlikeye attığımız görüntüler kaç kişinin gözyaşına, duasına, harekete geçmesine neden oldu? Tüm zorluklarına rağmen iyi ki bu topraklara gelmeyi kabul etmişim diyorum sonra. Birilerinin sesi kısıksa, ben çığlık olmaya hazırım.
Beş gündür Gazze'deydik. Kudüs'e göre daha fazla zulüm kokuyordu sokakları. Etraf toz, toprak, moloz yığını. Hâlâ inatla ayakta duran binaların çoğu delik deşik. Hastaneler tıklım tıklım. Tedaviler için malzeme eksikliği yaşanıyor, acilen tedavisine başlanması gereken hastalar bekletiliyor. Üstelik terör devleti tedavi için Gazze dışına çıkmalarına izin vermiyor. Su ve elektrik sürekli kesiliyor, geceler daha bir karanlık burada.
Gazze'ye gelişimizin ikinci gününde sosyal medyada savasinkalbinde rumuzlu hesaplar açıp internetin elverdiği kadar çektiğim fotoğrafları yayınlamaya başladım. Amacım, daha çok insanın bu zulümden haberdar olmasını sağlamaktı.
Hava kararmaya başlamıştı, yorgunluktan bir adım daha atamayacak hale geldiğimde Defne'yle Mert'e eve dönmek için yalvardım. Durumlarının benden farklı olmadığını dile getirip kabul ettiler. Yolumuzun üzerindeki bir dükkandan akşam yemeği için bir şeyler alıp eve döndüğümüzde hemen yatağıma, daha doğrusu minderime attım kendimi.
Bu evi ajansın aracılığıyla bir haftalığına kiralamıştık. Bir mutfağı, bir banyosu, iki odası ve ufak bir balkonu vardı. Defne'yle ben mutfağın yanındaki odada kalıyorduk, Mert'in odası da bizimkinin karşısındaydı. Minderleri ve ihtiyaç duyacağımız birtakım eşyaları ev sahibimiz temin etmişti, sağ olsun. Geldiğimizde ev çok kirliydi, özellikle banyo. O günü tamamen temizliğe vermek zorunda kalmıştık. Hepimizin acemi oluşu ve Mert'in zar zor bulduğu ancak ne yazık ki oldukça kalitesiz olan temizlik malzemelerine sahip oluşumuz temizliğin tüm güne yayılmasının sebeplerinden yalnızca ikisiydi. Günün sonunda ev -kendi evimiz kadar olmasa da- temiz gözüküyordu, en azından yaşanılabilir bir yere dönüşmüştü.
"Ahla beş dakikadır boş gözlerle tavana baktığının farkında mısın?" diyen Defne'ye hemen cevap vermedim. Haklıydı sadece bakıyordum. Rutubetten yer yer çatlamış, kararmış tavanı yeni görmeye başlamıştım. "Biz buradan gitmeden tavan çökmezse iyi."
"Dayan iki gün kaldı."
Başımı salladım. Ekim ayının son cuması gelmiştik ve bugün kasımın ilk çarşambasıydı.
"Üzerini değiştirmeyeceksen bari şu PRESS yeleğini çıkar. Rahatsızlık vermiyor mu?"
"Aksine kürek kemiklerimin yere değmesine engel oluyor." dedim minderlerin inceliğine gönderme yaparak. Güldü, bir şey demedi. Doğrulduğumda onun çoktan üzerini değiştirdiğini, siyah bir eşofman ve sarı bir tişört giydiğini gördüm. Ayağa kalkıp odanın bir köşesindeki valizimin yanında bağdaş kurdum. Bu sefer kıyafetlerimizi poşete değil valizimizin birine yerleştirip getirmiştik. Çünkü eğer ben hastalanmasaydım ve geçen sefer Gazze'ye gelebilseydik iki üç gün kalacaktık. Ama şimdi bir haftalığına gelmiştik. Valizin fermuarını açıp temiz kıyafet seçerken "Ben duş alacağım, sıcak su var mı?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualitéAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...