Dizlerime kadar uzanan, pantolonumdan bir tık koyu renkteki kabanı giyerken yüksek sesli bir sessizliğe ya da ürkütücü bir tartışmaya doğru gittiğimi düşünüyordum. Babamın anneme nisbeten sakin olmasını beklerken bana aldığı tavır canımı acıtmıştı.
Ayakkabı dolabından sütlü kahve botlarımı çıkarıp kapıya doğru ilerledim. "Ben çıkıyorum!" diye seslendim ama beklediğim gibi annem gelmedi. Enise'nin hâlâ mahcup bakışlar attığını görünce "Boş ver Enise, böyle olması gerekiyormuş." dedim.
Adımlarını bana doğru atıp aramızdaki mesafeyi azalttı. "Yine de özür dilerim. Uyku mahmurluğuyla söyleyiverdim işte."
"Üç gün oldu geleli. Bu gidişle ben nasıl söyleyeceğim diye düşünmekten bahsedemeyecektim ondan bir türlü. İyi oldu, iyi. Boş ver."
Gülümsedi ve yanağımdan öptü. "Onlar da kabullenecek, merak etme. Başka yolu mu var sanki. Sen ilk göz ağrılarısın."
Ben de gülümsedim ve onun yanağından öptüm. "İnşallah balım."
Bir adım geri gidip beni baştan aşağıya süzdü. "Uff abla çok güzelsin! Bayıldım!"
Güldüm ve "Hadi hadi. Ben çıkıyorum." dedim. "Bana karşı bir buzdolabına dönen babamı daha fazla soğutmamalıyım. Arabada yaşanacakları çok merak ediyorum."
Kapıyı açıp botlarımı yere bıraktım. Giyerken Enise "Bir şey olmaz." dedi. "Bana anlattığın gibi anlatırsan tabi. Anneme karşı da daha sakin olmalısın."
Doğruldum ve kolumdan kayan çantamı düzelttim. "Haklısın da unutacaksın diyince kendimi tutamadım işte. Akşam daha düzgün konuşurum inşallah. Hadi görüşürüz." Kaşımla babamın bahçeden dışarı çıkardığı arabayı işaret ettim. "Ardımdan bir Fatiha okursun."
Güldü ve el salladı. Onu arkamda bırakıp "Hava da çok soğukmuş." diye mırıldanarak yürümeye başladım. Babam arabaların giriş çıkışı için kullanılan sensörlü geniş kapıyı elindeki kumandayla kapatırken ben de normal kapıdan çıktım. Metalik gri arabamızın etrafından dolanıp "Geldim!" diyerek babamın yanına oturdum. Klima çalıştığı için arabanın içi sıcak olma yolunda ilerliyordu. Kabanımın düğmelerini açarken babam arabayı çalıştırdı.
Güneşin sarı turuncu ışıklarının bulutlarla birleşip gökyüzünde ahenkli bir tablo oluşturmasını izlerken aramızdaki gerginliği umursamamaya çalıştım. Sokaklar ve caddeler işe veya okula yetişmeye çalışan insanlarla doluydu. Hepsinin ayrı bir telaşı, ayrı bir derdi vardı. Ana yola çıktığımızda da yanımızdan geçip giden arabaları ve yeşil beyaz tabelaları izleyerek seyrime devam ettim. Bakışlarımın arabanın içine yönelmesini sağlayan şey babamın nihayet konuşmaya başlamasıydı.
"Ensar bahaneydi... Onunla görüşmek için gittin değil mi?"
Şaşkın şaşkın ona bakarken o tüm ciddiyetiyle araba kullanmaya devam ediyordu. Benimle gözlerini bir an bile yoldan ayırmadan konuşması gururumu incitmişti. Ne zamana kadar sürecekti bu böyle?
"Baba ben..."
"Sana bir soru sordum Âhla." diyerek sözümü kestiğinde yutkundum.
"Asıl sebep bu değildi ama onu da görmek istemiştim, evet."
Yanımızdan eflatun bir belediye otobüsü geçti; mavi bir tır, lüks birkaç araba, yüklü bir kamyon, sireni meraklandıran ve ürperten bir ambulans geçti. Ama babam konuşmadı. Onun hakkında bir şeyler sorsun, ben de cevaplayayım istiyordum. Merak etsin, susmasın. Hislerimi öğrensin, şimdiden özlemeye başladığımı görsün. Kalbimdekinin basit bir hoşlantı değil, ömürlük bir tevafuk olduğunu fark etsin. Cayır cayır yanan yüreğime su falan serpmesin, hortumla su tutsun istiyordum. Başımı iki yana salladım. Aramızda kocaman bir sessizlik var olduğu müddetçe bu pek mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualeAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...