Gözlerimi hafifçe araladığımda göz kapaklarımın altına hapsolmuş karanlık usulca kayboldu. Boğazımdaki kuruluk hemen kendini belli etti. Yutkunmaya çalışsam da takatim kalmadığından başarılı olamayacağımı biliyordum. Ağzımdan birkaç hırıltı çıktığında sesimin büründüğü halin geçici olmasını diledim. Bana ne olduğunu hatırlamak konusunda hafızamı zorlamamı engelleyen şey, bu yaşıma kadar hiç rastlamadığım şiddette bir baş ağrısıydı.
"Anne uyandı!"
Küçük bir kız çocuğunun sevinç ve heyecana bürünmüş sesi kulaklarıma doldu. Önce saçları örgülü küçük bir kız sonra başına büyük bir siyah şal dolamış beyaz önlüklü genç bir kadın girdi görüş alanıma. Kadın incitmekten korkuyormuş gibi yavaşça yanıma oturdu. Samimi bir gülümseme bahşedip Türk olmadığını belli eden Türkçesiyle "Su ister misin?" diye sordu.
Başımı aşağı yukarı sallayarak yanıt verişimin ardından kadın bir kez daha gülümsedi ve ayağa kalkıp odadan çıktı.
Üzerimde hissettiğim bakışların sahibine döndüğümde örgülü saçlı kızı gördüm. Ona bakmamla çekingen fakat içten bir şekilde gülümsedi. Samimiyet genetik falandı herhalde. Ben de yüz kaslarımı biraz zorlayarak gülümsemesine karşılık verdim. Utanıp minik elleri ile elbisesiyle oynamaya başladı.
Gözlerim bulunduğum odayı incelemeye durduğunda hemen birkaç soru işareti doluştu zihnime. İki boş yatak, yatakların yanında isimlerinin bilmediğim tıbbi cihazlar ve yattığım yatağın yanında eski bir sandalye vardı. Hastanede olduğumu anlamıştım ancak buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum.
Çocuğun anne diye seslendiği doktor, elinde bir sürahi ve bardak ile içeri girince bakışlarımı o tarafa yönelttim. Bardağı doldurup sürahiyi sandalyenin üzerine koydu. Minnettar gözlerle ona bakarken uzattığı suyu içebilmek için doğrulmaya çalıştım. Başımı hareket ettirince ağrısını daha çok hissettim ve bu ağzımdan ufak bir iniltinin kaçmasına sebep oldu.
"Dur, ben yardım edeyim." dedi ve bardağın olmadığı eliyle başımı destekledi. Boğazımdan yuvarlanan her yudum susuzluğumu gidermek bir yana, suya olan hasretimi daha da artırdı. Kadın halimi anlamış olacak ki geri uzattığım bardağı alıp tekrar su doldurdu.
"Teşekkür ederim." diye mırıldanırken bardağı aldım ve yine yardımıyla içtim.
"Rica ederim canım. Çok geçmiş olsun."
İçtiğim suyla birlikte vücudum azıcık da olsa canlılık kazanmış, hafızamı zorlamamı engelleyen sebepler kenara çekilmişti.
Ne olmuştu bana?
Birkaç saniye düşünmek zihnimde silik bir görüntünün oluşmasına yetti. Hücre, sorgu odası, askeri araç, çatışma ve... Gözlerim dehşetle açıldı, soluğum kısa bir süre kesildi ve dudaklarım istemsizce aralandı.
Ölümün nefesini ensemde hissettiğime yemin edebilirim. Ummadığın taş baş yarar derler ya, gözlerinde hiçbir kötülük tanesi sezmediğim adam silahını çıkarıp insafsız kurşunları emrine amade kılmıştı.
"İyi misin?"
Doktor Hanım'ın sorusuyla düşünce kutumun kapağını bir süreliğine kapattım. Doğrulmak için bir hamle yaptım. Avuç içlerimi yatağa bastırmak sol kolumda bir bölgenin sızlamasına sebep olmuştu. Hissettiğim acıyla yüzümüm buruşturdum. Tüm ağrılar ve acılar benim vücudumu mesken edinmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
SpiritualAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...