Yine o ses. Yine o telaş. Yine o yürek çarpıntısı. Yine o refleks.
Alevler... Alevlerin parlaklığı gözümü alıyordu. Ne gündüz ne gece, ne ev ne okul, ne kadın, ne erkek, ne çocuk ne ihtiyar, ne Ramazan ne bayram bilmeyen bir bombanın infilak ettikten sonra göğe yükselen kıpkızıl alevleri... Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve benim kaçacak bir yerim yoktu. Sahne çok tanıdık geliyordu ama dejavu olmadığına emindim, hayat defterimin bir köşesinde bu moloz yığınları, koşturan insanlar, öksürten ve göz yaşartan dumanlar yer almıştı.
Yine aynı yerdeydim işte.
Başımı sağa çevirdiğimde daha evvel orada olduğunu fark etmediğim Basime'yle göz göze geldim. Buruk bir gülümsemeyle "İşte Gazze bu." dedi. "Bizim memleketimiz. Bizim topraklarımız. Kanı kalmamış ümmete seve seve kanını bağışlıyor. İnsanlıktan nasibini alamamış canavarların tüm yıldırma çabalarına rağmen direnişten vazgeçmiyor. Onlar yıkmaktan elbet bir gün usanacaklar, ama biz yeniden inşa etmekten asla."
Yutkundum ama boğazımdaki düğüm geçmedi. Sanki birisi iki eliyle boğazıma sarılmış gibi, nefes almakta güçlük çekiyordum. Duyduğum çığlıklar başımı ağrıtmaya başladı. Basime'ye ne verecek cevabım ne de cevap vermeye takatim vardı.
Büyük bir gürültü. Çok büyük. Yer, zaman, boyut değişti. Bunun bir kabus olduğu, zamanın en küçük birimleriyle ölçülecek kadar kısa bir süre içerisinde zihnimde yer edindi. Rüyaydı, kabustu, her neyse ve şükürler olsun ki gerçek değildi. Hatırlayamadığım ama içime huzursuzluk bırakan birkaç şeye daha şahit olmuştum ancak hayatımda ilk defa uykumdan sıçrayarak uyandığım için rüyamın hatırlayamadığım kısımlarına üzülemedim.
İyice doğruldum ve nefeslerimin düzene girmesini bekledim. Önüme gelen saçları sertçe geriye itip bakışlarımı karanlıkta gezdirdim. Az önce gördüklerim istemsizce gözlerimin önüne gelirken "Allah'ım..." diye mırıldandım. "Bu da neydi böyle?"
İyice kurumuş boğazımı yatmadan önce başucumdaki komodine bıraktığım su ile ıslatırken sanki Basime hâlâ yanımdaydı, alevler sönmemişti ve birazdan etrafımı saracaktı, kırmızıdan karaya evrilen dumanlar da art arda öksürmeme sebep olacaktı.
Hayır hayır.
Uyanmıştım ve kabus sonlanmıştı işte. Sahiden mi?
Gözlerimden yaşlar boşanırken omuzlarım hafif hafif sarsılmaya başladı. Kısık sesle, karanlığın içinde yalnız bir şekilde ağlarken bu rüyayı neden gördüğümü biliyordum. Ensar'ın yüzündendi işte. Her zamanki gibi insana "Ne?!" dedirtmişti.
Ensar izin alamadığı için gelemeyecekti ancak hocasının yurt dışında acil bir işi çıkınca ona da fırsat doğmuş. Kimseye haber vermeden pat diye gelmiş işte. Her neyse konumuz bu değil. Dün her şey yolunda gidiyordu, Enes'le ikindi çayımızı içerken bir süre sonra aramıza Ensar da katılmıştı ve güzel bir sohbet dönmüştü. Sonra uzun zamandır görüşemediği bir arkadaşı Enes'i arayınca Enes müsaade istedi. Elbette bundan hiç hoşlanmamış ve mızmızlanmıştım ama konumuz bu da değil. Enes gidince Ensar, bana bir şey söyleyeceğini ama kimseye söylememem gerektiğini söylemişti. Bunu bana heyecanlı bir şekilde aktarması, aklıma ilk olarak birinden hoşlanma ihtimalini getirse de merakla yüzüne bakıp onu dinlemeye başladığımda bunun asla tahmin edemeyeceğim bir şey olduğunu fark ettim.
"Ne?! Ensar sen ne dediğinin farkında mısın? Sen nasıl orada..."
"Şşş, sessiz ol. Şu an hiçbir şey kesin değil, o yüzden yoktan yere tepki almak ve tartışmak istemiyorum kimseyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
âmâ
Філософія та духовні розповідіAyağa kalktım. "Kinci bir insan değilim ama senin söylediklerini unutamıyorum Enes." Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Boğazım ağlamamı durdurma çabalarımın sonucu olarak düğüm düğümdü. Ruhumun neresine dokunursam dokunayım bir yaraya denk geliyordum...