Anılarımda yer edinmiş bütün doğum günlerim yoğun bir iç sıkıntısıyla geçmişti.
Yeni yaşımın sabahında hafif bir rüzgâr elbisemin eteğini dalgalandırıyordu ve koyu gri bulutların eşliğinde gökyüzünü seyrediyordum. Leia kucağımda ayrı kaldığımız günlerin hasretini gidermek istercesine uzanıyor, mırıldanırken arada bir güzel gözlerini yüzümde gezdiriyordu.
Sabahın erken saatleriydi, Hills'ten döneli iki gün olmuştu. Bu geçen iki günün içerisinde herhangi bir değişiklik yoktu fakat gerginlik asla azalmıyordu. Babam o gece gittikten sonra bir kez daha dönmüştü, enerjisini kazanmak için kendini zorladığı kısa bir uykunun ardından ise tekrar yollara düşmüştü. Annem ona göre daha iyiydi. Yemek yiyebiliyor, uykusunu az da olsa alabiliyordu. Aklı daima ondaydı, bazen derin düşüncelerde kayboluyor, bazen bu düşünceleri sesli bir şekilde dile getiriyor ve söylediklerinden asla pişmanlık duymuyordu.
Kapının önünde beklerken yaklaşan arabanın sesini duyabiliyordum. Ona yazdığım mektubun ardından gelmesi beklenen kişi Yolanda'ydı.
Leia rahatsız bir şekilde kıpırdanarak yola doğru bakmaya başladı. Araba evin önünde durduğunda ise hızla kucağımdan indi ve sararmış otların arasında gözden kayboldu.
Yolanda'nın arabadan inmesine yardımcı olan Benjamin, en son gördüğüm gibiydi. Yolanda ise yüzündeki ifadeyle bir sorun olmadığını ifade etmeye çalışıyor fakat yine de başaramıyor gibiydi. Ona teşekkür ettikten sonra bahçe kapısından geçti ve kapatmadan önce Benjamin'e el salladı.
"Dikkatli ol." dedikten sonra bana döndü, "Clarissa! Nasılsın?" diye sordu.
"İyiyim," dedim el sallarken. "İçeri gelmiyor musun?" diye sordum fakat gelmemesini umuyordum.
"İşlerim var," dedi. "Yolanda'yı almaya gelirim."
"Görüşürüz!"
Benjamin arabaya bindikten sonra atlar verilen komutla yavaşça ilerlemeye başladı. Yolanda ile bir süre arkasından baktıktan sonra görüş açımızdan tamamen çıktı ve yapmak zorunda kaldığımız rollerimiz de son buldu.
"Annem nerede?" diye sordu durgun bir ifadeyle.
Ona döndüğümde çoktan eve doğru ilerlemeye başlamıştı. "Sana da merhaba." diyerek arkasından ilerledim.
Annem salondaki koltukta uzanıyordu, Yolanda salona girdiğinde doğruldu ve, "Sen mi geldin?" dedi.
"Anne," diyerek söze girdi. Oturmadan önce pelerinini çıkardı ve piyanonun üzerine gelişigüzel bir şekilde bıraktı. "İyi misin? Babam nasıl?"
"İyiyim, neden kötü olayım?" dedi annem. "Baban Hills'te, dönmedi henüz."
"Karşıma çıktığında bir güzel saçlarını yolacağım onun." dedi. "Ne yaptığı belli değildi zaten."
Piyanonun üzerindeki pelerini alarak katladım ve küçük masanın üzerine bıraktım. Yolanda, Georgiana hakkında konuşmaya devam ederken mutfağa yöneldim ve sıcak su ısıtmaya başladım.
"Clarissa'ya mektup mu göndermiş?" diyordu. "Hayır, bana da göndermedi."
Sıcak su ısınırken fincanları çıkardım ve bir tepsinin üzerine de kahvaltı için gereken diğer şeyleri koymaya başladım. Salondaki masayı hazırlamaya başlarken konuşmalar kulağımdan geçiyor, aynı hızla diğerinden çıkıyordu. Bunca konuşmanın bir faydası olacak mıydı?
"Kim bilir nerededir, bence kesinlikle Hills'te değil."
"Ah, hayır anne. Babam ve Clarissa Hills'te çünkü, bunu göze alamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfiction2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...