Bir anı.
Gözlerimi kırptığım o kısacık zaman diliminin arasında kendini hatırlatan bir anı.
"Söylesene Tom," dediğimde lavantaların dört bir yanımı saran kokusu bana onu anımsatıyordu. "Alex benden hiç bahsetti mi?"
Bu cesur soruyu ona sorabilmek için kendimi yeterince güçlü hissediyordum. Damarlarımda cesaret adeta akıp gidiyordu.
"Ah," diyerek gülümsedi. "Sürekli değil ama size değer veriyor, bu açıkça belli."
Ona meraklı gözlerle baktım, "Nasıl yani?"
"Öyle bir değer ki her nerede olursa olsun aslında sizin yanınızda olacağını biliyorum. Ruhu sizinle olacak."
Holdeki derin sessizliğe eşlik eden sert rüzgar kar tanelerini açık kapıdan içeriye taşırken, sıcak hava süzülen taneleri yere konamadan eritiyordu.
Kar tanelerinin tutunabildiği tek yer Alex'in omuzlarından süzülen siyah paltosuydu.
İri gözlerini doğruca bana çevirmiş, ifadesiz gözleri, yüzümdeki her hareketi dikkatle inceliyordu. Dudakları iki ince çizgi halindeydi ve soğuk onları hafifçe morartmıştı.
Asırlar gibi hissettiren bu bekleyişin içinde onu inceleme fırsatı bulmuştum. Gözlerim, karşımdakinin o olduğunu idrak etmekte zorlanıyordu fakat bu adam ona benziyordu.
Daima alnının önüne düşen o sevimli saç tutamı yoktu, kısa saçları omuzlarına kadar inmişti ve dudaklarının etrafında bıraktığı sakalı saçlarından biraz daha açık renkteydi. Karşımdaki adam gerçekten de yaşını göstermeye başlamıştı.
Konuşmasını ve gerçekten karşımda olduğunu söylemesini bekledim fakat sessizce beklemeye devam etti. Bu uzun bekleyiş aklımı kaçırdığımı düşünmeme neden olmak üzereydi. Sanki yanılıyordum ve Alex bir hayalden ibaretti.
Biri, "İnsanları korkutacağımızı söylemiştim Alexander." dediğinde, kaybolmasından korkar bir halde yavaşça gözlerimi Alex'ten çektim.
Hemen arkasından bir kadın ilerleyerek onunla aynı hizaya geldi ve tam yanında durdu.
Miles, "Penny." dediğinde sesi kısıktı fakat holdeki sessizliğin içinde onu duymamak mümkün değildi. Öfke doluydu.
Bakışlarımı tekrar Alex'e çevirmeden önce kadına baktım. Kadın, onların annesiydi. Nasıl, neden buradaydı? Neler oluyordu?
Geniş çerçeveli bir şapkanın altındaki kahverengi saçlarını ense hizasında kibarca toplamıştı. Yüzündeki ince çizgiler yaşını kolayca belli ediyordu fakat gözleri Alex'inki gibi iri ve capcanlıydı. Siyah pelerininin altındaki siyah elbisesinin uçları hafifçe çamura bulanmıştı ve ıslaktı.
Alex gözlerini hala üzerimde dolaştırmaya devam ederken holdeki sesler yavaşça yükselmeye başlayarak bir uğultuya dönüşüyordu.
"Burada ne işin var?" dedi Miles öfkeyle. "Ne yüzle buraya gelebilirsin?"
Ardından birkaç adım öne ilerleyerek Alex'e döndü. "Demek hayattasın! Bir yıl geçmesine rağmen senden hiçbir haber alamadık, şimdi ise karşımızda dikiliyorsun hem de bu kadınla! Neler çevirdiğini anlatacak mısın?"
Alex gözlerini gözlerimden ayırırken yüzündeki ifadesizlik hızlıca kayboldu ve içinde taşmaya başlayan öfkeyi açıkça göstermeye başladı. "Bunun için buradayım." dedi.
Sesini duyduğumda görüş açımın bulanıklaşmaya başladığını fark ettim.
"Bugün bazı şeylerin sonu ve bazı şeylerin başlangıcı olacak." dedi. "Hesap vereceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fiksi Penggemar2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...