Bölüm 23

576 74 12
                                    

Müziğin akışına kendimi bıraktığımda zaman kavramı yok olmuştu.

Kadının tiz sesi kulağımı dolduruyorken bedenimi tamamen ele geçiren bir ürperti baş göstermişti. Buna neden olan en büyük şey kadının dudakları arasından dökülen her bir kelimede zirveye tırmanmış duygular yatıyordu. Heyecanın, üzüntünün ve aşkın somut bir şekilde önümüze sunulmasından ibaretti. Kadının, ona eşlik eden diğer sanatçıların ve seyircilerin bedensel olarak opera salonunda olduğu doğruydu fakat hepimizin zihni daha önce tadılmamış, keşfedilmemiş bir cennette buluşmuştu.

Bu keskin hatlara sahip müzik, hayatımda geçirdiğim dram ağırlıklı günlerin kısa süreli görüntülerini gözlerimin önüne getiriyor, kadının sesinin yumuşamasıyla araya mutlu anılarımı sıkıştırıyordu. Görüntüler birleştiğinde kendimi bu müzik için seçilmiş bir başrol karakter olarak görüyordum.

East Town'da hava yağmurluydu. Odamın penceresinden görebildiğim kadarıyla manzaranın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Pencerem açık, yağmurun sesi sert fakat toprağın kokusu yumuşacıktı. Bütün odamı bu koku doldururken elimde bir fincan tutuyordum. Gözlerim her zamanki gibi aile kavgalarımızdan geriye kalan tanıklar olmuş, ıslanmıştı. Kirpiklerime tutunan damlaları düşürmemek için gözlerimi dümdüz ileriye dikmiştim.

Bir başka görüntü yine odamda geçirdiğim bir güne aitti. Uğultulu Tepeler'in son sayfalarını okuyordum ve kendimi baş karakterin yerinde hissediyor, gömüldüğüm toprağın altında adeta yanıyordum.

Yemek yiyordum, masaya derin bir sessizlik hakimdi. Az önce çıldırırcasına birbirlerine hakaret eden insanlar da şimdi sessizce yemeklerini yiyordu. Hepsinin yüzlerine bakıyordum; dümdüz duran dudakları, ifadesiz gözleri ve çatık kaşlarıyla herkes bitkin görünüyordu. Georgiana'nın gözleri kıpkırmızı olmuştu.

Kayalıklarda oturuyordum, elimde Jane Eyre vardı. Kitap, ilk sayfalarındayken moralimi o kadar bozmuştu ki kendi hayatımdan daha beter bir hayatı anlatıyor gibiydi. Çevrilen her sayfanın ardından bu düşüncemin doğruluğunu yitirmesi fazla geç sürmemişti.

Okuldaydım, beklenmedik bir şekilde kalbimin ritmi değişiyordu. Güzel bir yüze, sakinleştirici bir sese sahip olan kişiye kalbimin en güzel yerini ayırmıştım. Fakat o, varlığını bu kasabadan silmeden önce ıhlamur ağaçlarının şahitliğinde dudaklarını yanağıma bastırmıştı. Bu, küçük kalbimin kırılmasının nedenlerinden sadece bir tanesiydi.

Ağlıyordum.

Sürekli ağlıyordum.

Bazen annemin gözleri önünde, bazen banyodaki aynanın karşısında, bazen kayalıklarda ve bazen de yatağımın içinde. Aklımda kalan en net görüntülerden biri, gözlerimin yaşlar nedeniyle etrafı puslu gördüğü, bacaklarımın koşmaktan aciz düştüğü ve kendimi East Town'ın bilinmeyen yerlerinden birinde bulduğum andı.

Kahkahalarla geçen günlerimin sonunda kendimi her zaman ağlar halde buluyordum.
Georgiana'nın babamla her kavga edişi ardında enkazlar bırakıyordu. Küçük bir kız çocuğu iken tanık olmaya başladığım olaylar zaman geçtikçe durulmaya değil, devasa boyutta dalgalara sahip bir okyanusa dönüyordu. En büyük etkiyi bırakan ise gözlerimle tanık olduğum bir sinir krizinden ibaretti. Karmaşa her yerde, korku kalbimdeydi. Yükselen seslerin rahatsız edici tonlaması adeta beynimin içini kemiriyor, çığlık atma isteği uyandırıyordu.

Korkutuyordu.

Bu nedenle gürültüden nefret ederdim.

Fakat şimdi, sahnedeki kadının iki dudağının arasından dökülen tınının huzur verici bir yanı vardı. Yüksek sesin beni rahatsız etmediği ilk anı yaşıyordum. Bedenim her açıdan bir tepki gösteriyordu. Adeta cansız bir şekilde dizlerimin üzerinde uzanan ellerim terliyorken, kalbim delicesine çarpıyordu. Sahnede gerçekleştirilen hiç bir anı kaçırmamak istiyor, kulaklarım her bir tınıyı pür dikkat dinliyordu.

Lavender HillsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin