Zifiri bir karanlığın içindeydim.
Buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyordum, yürüyordum ama adımlarımdan emin değildim.
Bu, bir okyanusta yüzeye yaklaştığını düşünerek atılan kulaçlar gibiydi. Yanıltıcıydı ve yüzeye değil, sonu görünmeyen bir derinliğe doğru ilerlediğimi hissediyordum. Attığım adımlar zeminde tok sesler çıkarırken uzun eteğimin uçları yere sürünüyordu. Adımlarım dışında zifiri karanlığa eşlik eden bu sessizlik nabzımı duyabileceğim kadar etkiliydi. Ürpertiyordu.
Nereye gittiğimi bilmiyordum, buraya nasıl geldiğimi de bilmiyordum fakat ürperdiğim kadar korkmuyordum. Görüş alanımda hiçbir şey yoktu. Adeta yön duygumu kaybetmiştim. Attığım her adımın bir amacının olmadığını hissetmemle beraber zeminde bıraktığım tok sesler azaldı ve bir süre sonra tamamen kesildi. Olduğum yerde durduğumda bir süre bu sessizliği dinledim. Kalp atışlarım şimdi öncekine göre daha durgundu, adeta damarlarımdan akan kanın sesi işitilebiliyordu.
"Neden buradayım?" dedim sonsuzluğa doğru ve sesim yankılanıp tekrar bana döndü.
Kollarımı iki yana açarak etrafımda dönmeye başladığımda aniden gürleyen bir gök gibi sessizlik bölündü ve kalbim tekrar hızla atmaya başladı.
Kendi etrafımda bir kaç tur dönerken biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi yavaşça açarak bulmayı umduğum şeyi seçebilmeye çalıştım. Bu hareketliliği takip eden bir ışık huzmesi görüş açıma girdiğinde çoktan durmuştum ve kollarım güçsüz bir şekilde iki yanıma düşmüştü. Bu küçük ışık oldukça uzaktan geliyordu fakat bana içinde bulunduğum bu karanlıkta yönümü seçebilmem için yeterliydi. Aslında ben bir tünelin içindeydim ve önceden attığım her adım doğru verilen bir karar olmuştu. Derinlere değil, yüzeye doğru ilerliyordum.
Işığı kaybetmemek için hızımı arttırarak koşmaya başladığımda adımlarımı öncekine göre kolay atamadığımı fark etmiştim. Önceden pürüzsüz olan bu beton zemin gittikçe engebeli bir hal alıyor, tümseklerin ve çukurların olduğu toprak bir yola dönüşüyordu.
Sürekli bir engele takılıp yavaşladığım için kaybetmekten korktuğum o küçük ışığa doğru baktım. Parlıyordu fakat her an sönecek gibiydi. Attığım her hızlı adımda önümdeki engeller çoğalıyor, beni bir tuzak gibi içine hapsediyordu. Eteğim bir dikene takıldığında hızlı adımlarımdan dolayı beklenen yırtılma sesini işittim ve dikene takılan eteğim beni geriye çektiğinde tökezleyerek yere düştüm. Dizlerimde ve ellerimde oluşan küçük kesikler canımı acıtıyordu.
Eteğimi uzun uğraşlar sonucu dikenden kurtardığımda dizlerim açığa çıkmıştı. Yine de aradaki mesafeyi kapatmak için kendimi zorladım. Çıplak bacaklarıma değen dikenler geçtiği her noktada artan küçük kesikler bırakıyordu. Fakat durmadım, ayaklarımın yanmaya başlamasından hemen öncesinde aydınlığa ulaştım. Başarmıştım.
Karanlığın alıştığı gözlerim büyük bir acıyla aydınlığa alışmaya çalışırken kısık gözlerle etrafımı seçmeye çalışıyordum. Sağ elim parlak ışığı biraz olsun kapatabilmek istercesine yüzüme siper almıştı. Fakat yine de başarılı olamadı.
Önce ayaklarımı seçebildim. Ayakkabılarım yırtılmıştı ve bacaklarımdaki her bir kesikten uzun birer şerit şeklinde akan kan ayakkabımın rengini değiştiriyordu. Ayrıca zemin toprak yola benzemiyordu. Muazzam bir cilaya sahip, eşit ölçülerde kesilmiş tahtadan yapılmıştı. Burası devasa bir sahneydi.
Elim gözüme siper olmayı yavaşça bırakırken karşılaştığım manzara beklenmedikti. Gözlerim netliğini kazandığı anda onlarca insanın hep beraber ayağa kalktığını ve senkronize bir şekilde alkışlamaya başladıklarını gördüm. Karanlığın içindeki o yoğun sessizlikten sonra kulaklarım bu gürültüye alışmakta zorlandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfiction2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...