Her şeyin üzerinden tam bir hafta geçmişti.
Yaşadığımız olayın üzücü etkisi ilk başta kalbimde derin bir oyuk açıp içini mutsuzlukla doldururken geçen zamanla bu oyuk kapanmaya başlamıştı. Her geçen günle beraber üzüntüm bazen kendini sinire bazen de hiçbir şey yaşanmamış gibi sükunete bırakıyordu. Yeri geldiğinde düşünceler zihnimi kemiriyordu, öyle ki uykunun ardına bile bakmadan kaçtığı geceler geçirmiştim. Beni düşünceler girdabına çeken bu hissi isimlendirebilmem kolay değildi. Belki ihanet belki umursanmazlık belki de hayatın önüme sunduğu ve kader denilen döngünün bir parçasıydı. Kendini çok yoğun hissettirmişti ama zamanla kalbim de dinginleşmiş, fırtına geçirdikten sonra durulan bir deniz gibi sessizleşmişti. Haksızlığa uğradığımı düşünüyordum hatta emin olduğum tek gerçek buydu. Bir yargılanma gerçekleşmişti ve cezalar adaletsizce dağıtılmıştı, oysaki biz adaletin, disiplinin ve doğrunun öğretildiği bir kurumun tam içerisindeydik.
Cezamızın ilk gününde üzerimizdeki şaşkınlığın ve üzüntünün gözlerimizden okunduğu o ilk günde kendimizi tekrar kütüphanede bulmuştuk. Mystery'nin de benim de bayıldığımız an gözlerimi her kapatışımda tekrar yaşanıyordu. Arkadaşımın yerdeki bedenini görüyor, korkunun vücudumda geçtiği her yeri yakarak ilerlediği o korkunç hissi tekrar tekrar yaşıyordum. Bitmeyecekti, buraya geldiğim her gün, geçirdiğim her saniye aynı işkenceyi yaşayacaktım. Gözlerimi açtığımda karşımda onu görecektim. Gözleri bana kızgınlıkla belki de nefretle bakıyor olacaktı, benimkilerin aksine. Benimle konuşmayacaktı. Bana neden diye sormayacaktı. Beni dinlemeyecekti. Kalbimi kıracaktı.
O ilk gün aldığımız ceza bizim için çok ağırdı ve bir kaçış yolunun olmadığından emindik. Dersten hemen sonra üzerimizi bile değiştirmeden kütüphaneye gelmiş ve işimizi hemen bitirmek istemiştik. Aslında aldığımız bu ceza kelimelerle ifade edildiği takdirde ağırdı. Bizden istenen bütün kitapların tozunu almamız ve rafları düzenlememizdi. Bütün kitaplar, tek tek. İşte bu kelimelerin gücü bilinçaltımızda kötü bir yer edinmişti, korkutucu geliyordu kulağa. Kendimize eziyet etmekten başka çaremiz yok gibi görünüyordu bizim için. İşte, o ilk gün biz de tam anlamıyla kendimize eziyet etmiş olmuştuk. Kitapları tek tek çıkarmaya, tozlarını alıp tekrar yerine dizmeye başlamıştık. Beş kitap silinmişti, on kitap silinmişti, sonra bu sayı elliye kadar çıkmıştı. Birkaç raf silinmişti, bir dolap bitirilmişti, peki ya bütün kütüphane?
Yatma saatinin geldiğini bildiren çan duyulduğunda kütüphanenin çeyreği bile henüz bitmemişti. Göz altlarımız morarmış, saçlarımız örgülerinden kurtulup dağılmış, ellerimiz suyla temas etmekten buruş buruş olmuştu.
Elimdeki bezi masaya bırakıp çan sesini bir süre dinlediğimi hatırlıyorum, kaşlarım yavaşça çatılmış, bazı şeylerin farkına yeni varmanın verdiği sinir ise damarlarımda çoktan dolaşmaya başlamıştı. Kimse bizim ne yaptığımızla ilgilenmiyordu, o saatlerin içerisinde kitap almak için gelen birkaç öğrenci dışında kütüphaneye uğrayan olmamıştı. Kontrol edilmiyorduk hatta belki bizi aptal yerine koymuş olabilirlerdi. Kim gelip de tek tek binlerce kitabı kontrol edebilirdi ki? Böyle bir cezanın anlamı neydi?
Mystery yorgun gözlerini baktıkça girdaba dönüşen kitaplardan çektiğinde salonun ortasında öylece dikiliyordum. Bir süre hareketlerimi izledi; yavaşça, kendince anlamlandırmaya başladı. Çan sesi kesildi ve etrafa derin bir sessizlik çöktü. Elinde tuttuğu bezi sinirle kütüphanenin bir köşesine fırlatırken onun da aklından aynı şeylerin geçtiğinden emindim.
İkinci günümüz ilk günümüze göre daha kolay geçmişti. Yoğun geçen matematik dersinin ardından ellerimizde kovalar ve bezlerle kütüphanenin yolunu tutmuştuk. Bizi yadırgayan birkaç göz koridorlardan geçerken uzun uzun süzmüştü bizi. Birileri tarafından yargılanmak benim için zor değildi, East Town'da da yakın çevrem tarafından bu tür muamelelere maruz kaldığım çoğu zaman olmuştu. Benim aksime Mystery, her ne kadar belli etmemeye çalışsa da üzülüyordu. Üzüntüsünü gözlerine çöken ifadeden anlayabilmek mümkündü. O da onlarca kez hayal kırıklığına uğramıştı. Bir zamanlar değer verdiği insan şimdi ona yardım etmiyordu, dinlemiyordu, elini uzatmıyordu. Bu nedenle Mystery'nin kalbindeki ağırlığın çok daha fazla olduğunun farkındaydım ama o an yanımda dimdik yürümüştü, yüzüne yerleştirdiği o ifadesizlik bir maskeydi. Tanıştığımız bu kısa süre içinde onu okuyabildiğimi biliyordum belki de bunun nedeni birbirimize benziyor oluşumuz ve onda kendimden parçalar görmüş olmamdan kaynaklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfiction2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...