Bir müzik.
Piyanonun üzerinde dans eden parmakların her bir notayı kusursuzca hareketlendirmesi, çalan kişinin ustalığını göstermekte.
Odamıza gelen bu boğuk sesin nereden geldiğini biliyorum. Parmaklar öyle güzel dans ediyor ki tuşların üzerinde, hiç bitmesin istiyorum.
İki gündür çıkmadığım odadan çıkmama neden olan şey sihirli parmakların dokunduğu piyanodan tanıdık gelen bu müzik oluyor. Kapıyı yavaşça açıyorum, babam o sırada uyuyor. Sese doğru ilerlerken kulaklarımın işittiği bu güzelliği herkesin aynı şekilde duyup duymadığını merak ediyorum. Çıktığım odaya ilk günkü gibi kötü bir olayla dönmek istemediğimden kimseyle karşılaşmamak için yukarı çıkmayıp merdivenlere oturuyorum. Başımı korkuluklara yaslayıp müziğin beni alıp götürmesine izin veriyorum. İki gündür üzerimden çıkmayan siyah elbisem basamakların üzerinde süzülüyor. Saçlarım ilk günkü gösterişini kaybetmiş ama umursamıyorum. Kendimi kayalıklarda Jane Eyre'i veya Uğultulu Tepeler'i okurken düşünüyorum. Satırların arasında kaybolduktan sonra altı çizilecek bir çok yeni cümle keşfetmişim. Eve geçtiğimde ise piyanoda en sevdiğim parçaları çalıyorum, evimizde huzur var, herkes mutlu ve annem uzun süre sonra ilk defa içtenlikle gülümsüyor.
Şu an burada, Lavender Hills'de en sevdiğim parçaları çalan kişiyi düşünüyorum, öyle titizlikle çalıyor ki tek bir notayı dahi kaçırmıyor. Ev sessiz, bütün herkes onu dinliyormuş gibi geliyor; o da büyük bir eve konser veriyormuş gibi ciddiliğini koruyor.
Dakikalar geçtikçe parçanın sonuna yaklaştığımızı biliyorum. Tekrar çalmalı diye düşünüyorum içimden; bütün günümü odada geçirmekten çok sıkılmıştım ve babam henüz yürüyemese de ilk güne göre daha iyiydi. Sabah doktor gelmiş ve prosedür gereği gerekli muayenesini yapmıştı, sargılarını değiştirdikten sonra bol bol dinlenmesi gerektiğini söyleyip gitmişti. Babamla kahvaltımızdan sonra biraz sohbet etmiştik, öğlene doğru da uyuyakalmıştı. Ben de tüm gün boyunca odada olacağım için karalar bağlamıştım fakat hiç beklemediğim bir anda kendimi burada bularak suya kavuşan bir susuz misali piyanoyu dinliyordum.
Parça bir hızlanıyor bir yavaşlıyordu. Her bir nota öyle akıcıydı ki gerçekten Beethoven'ın sihirli parmaklarından dinliyormuşum gibiydi.
Son noktayı koyduğu zaman yerimden kalkmadım. Eserin olağanüstü bir etkisi vardı. Yaşadığım hazzın bir müddet daha sürmesini istedim. Belki bir başyapıtı daha çalabilirdi piyanonun başındaki kişi. Kimdi acaba? Usta ellerin sahibini merak etmiyor değildim.
Bir kaç dakika daha geçti, evden hiç ses çıkmıyordu. Eserin etkisi her nesneyi ele geçirmiş gibiydi, hüzne boğulan eşyalar, hüzne boğulan çiçekler...
"Mrs. Aileen?" ismimi duymadan hemen önce gözlerim kapalı ve başım korkuluklara dayalıydı. Bu sesin sahibini tanıyordum.
Ah. "Mr. Turner." diyerek ayağa kalktım, arkama döndüğümde bir elimle tırabzana tutundum.
"Burada ne yapıyorsunuz?" dedi sesinde taşıdığı şaşkınlıkla.
"Eseri duyunca dinlemek istedim. Çok güzel çalınıyordu, Beethoven'ı çok severim."
"Öyle mi? East Town'dan Beethoven'ı tanıyan birilerinin olması beni çok şaşırttı."
Hiçbir şey demeden arkamı döndüm ve odaya doğru ilerledim. Peşimden gelir miydi?
"Clarissa, bekle!" Tanrım, geliyordu. "Bağışla lütfen. Ben sadece şaşırdım, East Town pek küçük bir kasaba diye biliyordum." dedi ve bakışlarını üzerimdeki elbisede birkaç saniye kadar gezdirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfic2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...