Kalbimde mutluluğu derinlemesine hissettiğim her an başıma kötü bir şeylerin geleceğinden şüphelenirdim ve zamanla yanılmadığımı mutlaka görürdüm.
Şimdi, elimdeki mektubu yavaşça bırakırken bir kez daha yanılmadığıma şahit olmuştum.
Rüzgar kasvetli bir şekilde eserken lavantaların uyumlu bir biçimde dans edişlerini seyrediyor ve aramızdaki sessizliğin ağırlığı altında kalmamaya çalışıyordum. Bir şeyler söylemem gerekiyordu. Gözlerimin aksine Alex'in gözleri yüzümde dolaşıyor ve vereceğim tepkiyi merakla bekliyordu. Ona ne söyleyebilirdim? Kalbimin yavaşça ezildiğini, hafif bir sızının varlığını hissettiğimi ya da gitmesini istemediğimi nasıl söyleyebilirdim? Kararını çoktan vermişti, gidecekti ve bugün burada olmamızın nedeni buna mecbur olduğunu kanıtlamak için gibi görünüyordu. Annesinden yıllar sonra aldığı bir mektup belki çocuk kalbini yeniden yeşertmişken ona kal dememin haksızlığını nasıl taşıyabilirdim?
"Ne zaman gideceksin?" diye sorduğumda ve sesimdeki üzüntünün belirgin bir şekilde hissedildiğini fark ettiğimde şaşırmıştım.
Alex cevap vermeden önce kaşlarını çatmıştı.
"Bu gece," dedikten sonra gözlerini yavaşça kapattı. "Clarissa, inan ki geri döneceğim. Belki günler belki aylar sonra olsa bile döneceğim. Öncelikle annemi bulmam ve onun hikayesini dinlemem gerekiyor. Babam yüzünden ona çok haksızlık ettiğimizi biliyorum, küçüktük ve gözlerimiz kör kulaklarımız sağır edilmişti. Annem tek başına hayatını sürdürmeye çabalamıştı ve biz onu toprağa çoktan gömmüştük!"
"Anlıyorum." dedim. Kesinlikle kelimelerin her ağzımdan dökülüşünün ardından sesimin titreyişi artıyordu. "Her zaman annenin yanında olduğunu ve onu kalbinde hissettiğini söylemiştin."
"Onu çok özledim." dediğinde rüzgar, demetlerinin arasından kopardığı bir lavanta dalını sürüklemişti ayaklarının altına.
Uzanarak bu dalı eline aldı ve kısa bir süre inceledikten sonra bana uzattı.
"Mektubu ne zaman aldın?" diye sordum uzattığı dalı aldıktan sonra.
"Üniversiteden, ismime postalandığı ve de şahsi bir mektup olduğu belli olduğu için Londra'ya, kaldığımız otele gönderilmiş. Seninle dans ettiğimiz gece mektubu çoktan okumuştum. Ertesi gün de Miles okudu fakat inanmadı. Annemiz olduğuna inanmak istemedi. Tartıştık, her zamanki gibi babamı savundu. Annemin yalancı bir fahişe olduğunu söyledi."
"Seninle gelmiyor mu?"
"Hayır, cehenneme kadar yolu var." dedi ve ekledi. "Annemi buraya getireceğim, birçok şeyde hakkı var. Hatta işlerin kontrolünü bile eline alabilir. Miles ve o salak karısına günlerini göstereceğim."
"Ya gelmezse?" diye sordum fakat saniyeler sonra pişmanlık duygusu kendini hissettirmeye başladı.
"Nasıl bir düzeni var bilmiyorum fakat ayrı geçirdiğimiz seneleri telafi etmek istiyorum." dedi.
"Orada kalman gerekebilir." dediğimde kendimi fazla bencil olarak göstermemiş olduğumu umuyordum.
Sözlerim üzerine bakışlarını gözlerime çevirdi ve dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.
"Seni bırakacağımı mı düşünüyorsun, Earnshaw?" dedi.
"Sen," dediğimde, sözlerimi devam ettirmeden hemen önce duraksadım. Şaşırmıştım, sevdiğim bir kitabın sevdiğim bir karakteri ile çağrılmıştım. Bu benim favorimdi. "Biliyorsun."
"Seni birkaç kez Uğultulu Tepeler'i okurken gördüm." diyerek farklı bir konudan bahsetmeye başladı. "Kaç kez bitirdin o kitabı?"
"Rakam tutmadım." diye karşılık verirken yüzünde acı dolu bir gülümseme belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfiction2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...