"Kimseye görünmeden gidelim." dedim kalabalığın yöneldiği kapıdan uzaklaşırken.
Merdivenlerde hızlı adımlar atarak zemin kata ulaştığımızda elindeki kağıdı yüzüne yaklaştırarak okumaya çalışan adamı gördüm, yerinden hiç kıpırdamamış gibiydi.
Kalabalığın peşinden sürüklediği uğultu merdivenin üst kısmında birikmeye başladığında dışarıya henüz çıkmıştık. Keskinliğini daha da arttırmış gibi göründüğünde soğuktan nefret ettiğimi bir kez daha kendime mırıldanmıştım.
Mystery adımlarıma eşlik ederken düşüncelerini düzene sokuyor gibi görünüyordu. Ona yandan bir bakış atarak gülümsedim.
"Kısa sürdü," dedim. "Seni de buraya kadar yordum."
Sesim onu ana çekip çıkarırken gözlerini kırpıştırdı. "Hayır," dedi. "Sadece merak ediyorum. Miles, o nasıl bir ceza alabilir?"
"Hiçbir fikrim yok." dedim dürüstçe. "Alex ne kadar ileri gidebilir bilmiyorum."
Mahkeme binasından yeteri kadar uzaklaştığımızda omzumun üzerinden geriye doğru baktım. Büyük binanın kubbeleri ve minarelerinin gri gökyüzündeki bulutların altında yavaşça kayboluşlarını seyrederken, görüntüsündeki sakinliğin ve düzenin altında karmaşık hayatların yok oluşları gerçekleşiyordu.
"Karar vermek," diye mırıldandı. "Ölmeyen ama ölü gibi yaşamaya mahkum kalan suçlu birine benziyor şu durumda."
Ona bakarken sözlerine devam etti. "Ölse de ölmese de zaten cezalandırılacak."
Boş ve cansız beton zeminde uçuşan kuru dallardan biri eteğinin ucuna takıldığında adımlarını durdurdu. Eğilip eteğine dolanan dalı almadan hemen önce ifadesiz bir sesle ekledi. "Fakat arada biz de cezalandırıldık."
Yaz sıcağına katlanamayan insanlar sokakları boş bıraktığında kendimi terk edilmiş bir kasabadaki yaşayan tek insan olarak hayal etmiştim.
Elimdeki şemsiye güneşin sıcağını biraz olsun keserken üzerimdeki uzun elbiseyi yırtıp atmak ve kendimi dibi görünmeyen bir okyanusa bırakmak istiyordum fakat Hills kırsal kesimin tam merkezindeydi. Hills sınırından uzaklaşarak tanıdık yollara girdiğimde sıcaklık daha da artar gibi olmuştu ve sanki elimdeki şemsiyenin kumaşı yanıp yok olacaktı.
Toprak yolda, yolun ortasında büyüyen ve kavrulan havaya rağmen canlılığını koruyan otları takip ederek ilerliyordum. Otların arasındaki ufak çiçekler otları canlı tutan bir umudun simgesini andırıyordu.
Tepe ve tepeye çıkan patika yol görüş açıma girdiğinde duraksadım. Ufak çantamdaki şişeye koyduğum suyu çıkararak gözlerimi tepeden ayırmadan içmeye başladım. Isınmış su boğazımdan akıp giderden bir kısmı dudaklarımdan döküldü ve şeritler halinde toprak zemine damlamaya başladı. Zemin saniyeler sonrasında dökülen suyu hiç var olmamış gibi yok etti.
Şişeyi çantaya koyduktan sonra patikayı es geçerek ilerlemeye başladım. Bir müddet sonra toprak yolun ufukta gökyüzüyle birleşen çizgisi kayboldu ve görüş açıma ulaşmak istediğim yer girdi. Çiftlik evi masmavi gökyüzünün altında bir inci gibi parlıyordu fakat beni şaşırtan çiftlik evinin güzelliğinin aksine bulunduğu konumun güzelliğiydi. Etrafı boş tarla ve toprak yolların aksine evin bulunduğu yer ormana açılan bir kapı gibiydi. Beyaz tahtalı ev toprak yolun bittiği yerde, boy boy ve yeşilin her tonunu kucaklayan ağaçların arasındaydı. Evin etrafı çitlerle çevrelenmemişti ve bu bütün alanı bahçesiymiş gibi gösteriyordu. Beyaz tahtaların üzerinden pencerelere kadar uzanan sarmaşıklar neredeyse tüm duvarları kaplamıştı. Sarmaşıklar gökyüzüne yaklaştıkça koyu bir kırmızıya bürünüyordu. Zeminde, giriş kapısının hemen önünde geniş bir veranda vardı ve verandaya sadece sallanan bir sandalye yerleştirilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavender Hills
Fanfiction2021 Watty Fanfiction ve En İyi Karakterler Ödülleri kazananı. Tepelerini çevreleyen lavanta çiçeklerinin isim verdiği bir şehre ait olmaya çalışanların hikayesi. Lavanta Tepeleri, 1800lü yıllarda yaşayan karakterlerinin hayatlarını dram ağırlıklı b...