Kafasının içindeki o çıkılmaz, o sonu olmayan labirente girmiş gibiydi. Bu labirente neden girdiğini bilmiyor gibiydi. Daha da derine battığını biliyordu. Bir adım atsa daha da düşüncelerine boğuluyordu. İşin korkunç yanı ne düşündüğünü bilmiyordu. Sadece boşluktaydı. Sadece daha fazla karanlığı hissediyordu tüm bedeni. Daha fazla karanlığın içine düşüyordu. Bir el onun elinden tutup o labirentten çıkarmak istese de bir başkası iki koluyla tüm vücudunu kavramış, burada kalmasını istercesine sımsıkı sarmıştı her bir yanını. Hangisi daha güçlü, hangisi daha güçsüzdü? Tek bildiği şey; bu amansız mücadelede canının yandığıydı. Güçlü ile güçsüzün arasındaki bu savaşa katılmak istemiyordu. Doğanın kuralı; güçlü, her zaman güçsüzü yenerdi. Kural bunu diyordu. Emindi ki bu kuralı kimsenin değiştirmesine gücü yetmezdi. İçindeki değişen şeylerin farkındaydı elbette. Değişen tek şeyin kendisinin kalmasını isterdi. Ama zamanın onları da değiştireceğini biliyordu. Göz ucuyla odasında kendisiyle birlikte oturanları inceledi. Herkes kendi halinde kendi işleriyle meşguldü. Yosun bu havayı seviyordu.
Kendisine ne olduğunu bilmiyordu. Son zamanlarda kendisindeki değişikliklerin farkındaydı. Ne olduğunu hatırlıyor muydu? Belki de sadece unutmak istemişti. Unuttuğu şeylerin içinde yaşadığı anlar, anılar vardı. Onları kaybetmek istemezdi elbet. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Zaman değerli anılarını tek tek elinden alırken Yosun sadece durup bekliyordu. Nefes almak bile artık ona acı veriyordu artık. Yaşamak denilen şey; bu derece soğuk ve dipsiz değildi. Sahi, neden düşünüyordu tüm bunları? Neden düşünmek zorunda kalıyordu sebepsizce? Bilmiyordu, lanet olsun ki bilmiyordum. Kulağına birtakım sesler geliyordu. Hepsi tanıdık seslerdi. Sevdiği, duymasıyla kalbini ısıtan sesler... Gözlerini odasındaki akvaryumdan aldı. Seslerin sahiplerini çevirdi gözlerini. Ne ara düşüncelerinin içerisinde bu derece sıkışıp kalmıştı? Etrafındakilere bile dikkat edemez olmuştu.
"Söylesek mi acaba?" Bu Onat'ın sesiydi. Yine böbürleniyordu. Fısıltılar halinde konuşmaya çalışsa da Yosun onu net olarak duyabiliyordu.
"Bunu yapmak istediğimizden emin miyiz?" Atlas'ın sesi her zamanki gibi endişeli çıkıyordu. "Vampir olduğunu bilmesem kendi düşüncelerinin arasında kaybolup delireceğini düşüneceğim."
"Sabırlı olun biraz. Her şeyin bir zamanı var!" Poyraz yine burnundan soluyordu. "Avını gören yeni vampirler gibisiniz." diye mırıldanmayı da ihmal etmedi.
"Biraz daha bekleyin, çatlamayın. " Sonat gergindi. "Nasıl olsa ona soracaksınız, değil mi?."
Yosun gözlerini yavaşça devirdi. Kardeşleri her ne kadar sessiz bir şekilde konuşmaya çabalasa da bu çabalarının boş olduğunu görebiliyordu. Hepsini net bir şekilde duymasına rağmen konuşmalar arasında bir bağlantı kuramamıştı. Etrafında toplanan ve merakla bakan kardeşlerinin yüzünde beliren endişe ifadesi hoşuna gitmemişti. Oturduğu koltukta kıpırdanırken güneşin ince parıltısı gökyüzünü, aynı zamanda da odayı hafif aydınlatmaya başlamıştı. Bir süre karşındaki pencereden gelen ince güneş ışığına odaklandı. Dudaklarını ısırdı. Bu sefer onları endişelendirmek istemiyordu. Kahretsin, bunu istemiyordum! Yine aynı soruları sormalarını, endişeyle sağa sola koşuşturmalarını, bebekmiş gibi davranmalarını istemiyordu. Kenetlenen dudaklarına ince bir tebessüm yerleştirdi. Bu şekilde karşısındaki insanlara her şeyin yolunda olduğuna dair bir işaret verebilirdi. Kendisini önemsemiyordu elbet, karşısındaki kişiler onun için daha değerliydi.
"Neden bahsediyorsunuz tam olarak?" dedi Yosun masumane tebessümüyle.
"Biz mi?" dedi hepsi aynı anda tepki vererek.
"Yok ben." dedi Yosun sırıtarak. "Anlatın bakalım neler dönüyor burada?"
"Birazdan anlatırız." dedi Atlas tebessüm ederek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
VampirosSiz hiç kendi gölgenizden kaçarken, başkasının gölgesine basıp yere düştünüz mü? Ben düştüm, hemde defalarca...