Karşımda titreyen adama karşı hissettiğim tek duygu tiksinmeydi. Bize bunca acıyı reva gören, yalan söyleyen, hayatımızla oynayan kişinin babamın olduğu gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarpıyordu.
Babana bile güvenmeyeceksin bu devirde denirdi her zaman. Bunu tam olarak bugün hissetmiştim. İnsan kendi canından,kanından olan birine bile güvenemeyecekse kimin yanında yelkenleri suya indirecekti ki? Hep mi pusuda beklemesi gerekiyordu?
"Allah'ın belası." dedi babaannem iğrenen bir sesle. Babam sadece önüne bakıyordu.
Mahir beni korumak için önüme siper olmuştu ama beni koruyacağı her hangi bir fiziksel olay yoktu. Dişlerimi sıkıp onun arkasından çıktım ve babama doğru ilerledim.
Herkes sessizliğe bürünmüş beni izliyordu. O kadar sakin yürüyordum ki içimdeki savaşa rağmen tepkisizdim. Belki de millet beni bu yüzden tutmuyordu.
Babamın önüne vardığımda gözlerini gözlerime dikti. İlk defa benden bu kadar utanıyordu. Her şeyin son bulduğu dakikaların içine girmiştik çünkü.
Sakin duruşumun aksine dişlerimi kaskatı olmuş elimi yumruk yaptım ve kimse ne olduğunu anlamadan babam olacak adamın yüzüne sert bir yumruk attım. Geriye sendelerken eli refleks ile yüzüne gitmişti.
"Aman.." dedi arkamdan bir erkek sesi. Şok ile verilmiş bir tepki gibiydi. Herkes sessizdi. Başka bir hamle yapmadığım için kimse beni tutmaya da gerek duymuyordu.
"Bundan sonra..." dedim sinirle. Babam gözlerimin içine bakamıyor, eliyle yüzünü tutmuş yere bakıyordu. "Senin gibi bir babam yok. Ne arayıp sorarım, ne de arayıp sor."
Bu sözleri iki yıl önce sinirle bana karşı söylediği için ne dediğimin farkına varmış olacak ki afallayarak yüzüme baktı. Onun aksine ciddi olduğumun farkındaydı.
Tiksinerek yüzüne bakıp arkama döndüm. Hiçbir şey hissetmiyordum ona karşı. İçimde özgür bir ruhun olduğunu hissediyordum. Şimdi tamamen özgürdüm.
Bana bakan onlarca kişiye aldırmadan donmuş bir ifadeyle beni izleyen anneme döndü gözlerim. Burada olduğunun bile farkında değildim. İfadesizce duruyordu ama gözlerinden yaşların düşmesine engel olamıyordu.
Yanına gittiğimde benim yerime babama bakıyordu. Gözlerini bile ayırmıyordu.
"Anne.." diye seslendim hafifçe. Annemin arkasında duran yengemin meraklı bakışları sinirimi bozuyordu. Annemin ruhsuz bakışları bana döndü. "Benimle gel."
Sanki bir yabancıya bakıyordu. Annem olduğunu hissetmiyordum o kadar değişik bir duyguydu ki. Onun beni koruması gerekirken sanki o çocuktu ve ben onu koruyordum.
"Gidelim." dedim kafamı yana eğerek. Annem yine hiçbir tepki vermeden öylece baktı.
Bir adım geriye atıp gözlerini gözlerimden çekti ve yürümeye başladı. Evin kapısının olduğu yere döndüğünde kapının kapanma sesi geldi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Ona kızamıyordum bile.
Bir şeyler söylüyorlardı ama anlamıyordum. Omzumun üzerinden Mahir'e baktım. Her hareketimi izliyordu. Gözlerimiz birleşince ense kökümde hayali bir acı hissettim. Ondan başka kimsem kalmamıştı. Bu farkındalık beni ürpertmişti.
Mahir bana doğru yürüdü ve yanıma gelince belime elini koydu. Ona uyum sağlayıp arkamızda konuşan kalabalığı bırakıp ön kapıya doğru ilerlerken izlenme duygusu ile arkama dönüp baktığımda annemin ruhsuz bir şekilde camın önünde oturmuş sigara içtiğini gördüm.
Onun bu hali daha fazla beni üzerken biraz daha Mahir'e yaklaştım. Onun korumasına ihtiyacım vardı.
Huzurlu sokağa varıp onun evine gidene kadar tek kelime etmedik. Eve varınca ben ayakkabılarımı çıkarıp kaskatı olmuş vücudum ile koltuğa geçip oturdum. Ne Mahir bir şey diyordu ne de ben.
Dakikalar sonra birkaç asker gelip kapıyı çaldı ifade almak için. Mahir ifadesini verdiğinde beni sorgulamadan gitmişlerdi. Mahir ise her şeyi bitirdikten sonra yanıma gelip oturdu.
Kıpkırmızı olduğuna emin olduğum gözlerimi sobaya dikmiş öylece bakıyordum. Mahir'in nefes alma sesleri ise beni güvende hissettiyordu.
"Ne yapacaksın?" diye sordu birden. Sesini duyunca irkilmiştim. Bir süre sessiz kaldım.
"Bir daha oraya gitmeyeceğim."
Bir şey demedi ve birkaç saniye sonra omzundan tutup beni kendine çekti. Saçımdan öpüp sıkıca sarıldığında kendimi kastığım için tuttuğum gözyaşlarım çeşme gibi akmaya başladı.
Patlama yaşarken bedenim sarsılmaya başladı. Biraz daha Mahir'e dönüp kafamı yasladığımda kazağını avucumun içine alıp sesli sesli ağladım.
O ise sadece daha sıkı sarıldı. Yanımda olduğunu öyle derinden hissediyordum ki, bir şey demesine bile gerek yoktu. Sadece sarılması yetiyordu.
Ne kadar ağladım bilmiyordum ama bir süre sonra sadece sessizce gözyaşlarımı akıtmaya devam ettim. Mahir'i bir saniye bile bırakmıyordum. Yanımdan ayrılmasın istiyordum.
"Bir amcaya gitmiştim.. hatırlıyor.. musun?" diye sorduğunda kafamı salladım.
"Evet." dedim çocuk gibi çıkan sesimle. Burnumu çektiğimde kollarını daha da sıklaştırdı.
"Ondan bir miktar para... aldım. İkimiz.. için." dediğinde kaşlarım çatıldı. Kafamı kaldırıp ıslanmış kirpiklerimin arasından gözlerinin içine baktım.
"Neden?"
"Ben askerlerimi görmeye.. gidecektim. Muş, Erzincan, Artvin, Urfa ve iki tane İstanbul." dediğinde şehit olan altı askerin mezarlarına gideceğini anladım. "Onlar toprağın altına girdiğinden.. beri.. gitmedim. İntikamlarını.. alıp gidecektim. Zamanı gelmişti."
Sessizce onu izliyordum. Kalbinin güzelliği ile gözyaşlarım yeniden düşmeye meyletmişlerdi.
"Seni de yanımda götürmek istedim. Ama para çok azdı. Yetmezdi..." dedi ve durup derin bir nefes aldı. "Tüm birikimimi, maaşımı askerlerimin evine bağışladım.. Bu yüzden param yoktu." diye açıkladı. Yutkunup gözlerimi ağır bir şekilde kapatıp açtım. O da derin bir nefes aldı.
"Yani.. istersen. Buradan.. gidebiliriz." dedi sırtımı okşayıp.
Beni buraya bağlayan bir tek annem kalmıştı. Ama annemi hayata bağlayan hiçbir şey kalmamıştı. Sadece kalbimin sesini dinledim.
"Gidelim." dedim sessizliğin ardından. "Sen yanımda ol yeter."
Afalladı ve ardından gülümseyerek yüzüme baktı. Dudaklarını dudaklarıma bastırıp kısa bir öpücük verdiğinde geri çekildi ve sıkıca sarıldı.
İkimiz de buradan gitmek, birbirimizden ayrılmamak istiyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ
Teen Fiction[TAMAMLANDI] İstanbul'da yaşarken babasının iflası sonucu köye yerleşen Teoman ve köydeki herkesin deli diye andığı Mahir'in hikayesi.