23- DİRİLDİM DİRİLDİM GERİDE ÖLDÜM

62.8K 4.9K 2.4K
                                    

Bölüm şarkısı:
Aşık Mahzuni Şerif- Darıldım

"Mahir, çok yedim ya." dedim masada karnımı tutarken. O pilavdan bir kaşık daha alırken bana gülümsedi.

"Hadi.. son..bir kaşık." dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. Sanki ahlaksız bir teklif yapmış gibi dehşet içinde bakıyordum.

"Asla." dediğimde güldüğü için yemek boğazına kaçtığında elini yumruk yapıp ağzına götürüp gülerken öksürdü, ikinci öksürükte ben tam ayaklanmıştım ki masanın üstündeki suyu alıp bir yudum içti.

"İyi misin?" dedim endişeyle. Çok hafif bir kez daha öksürdüğünde kafasını salladı ama hâlâ gülüyordu. Eskiden gülmeyen adam şimdi gülmekten ölecekti.

"Mahir.. benim gitmem lazım." dediğimde gülüşü aniden soldu. Gitmemi istemiyordu. Bende gitmek istemiyordum.

"Tamam.. ama ben.. bırakayım." dediğinde ikilemde kaldığını anlamıştım. Köylüler...

"Yok, ben giderim."

Gözlerini başka yere çevirip kafasını salladı ve ayaklandı. Ben hâlâ yüzüne bakarken onun yanına gittim ve kollarımı beline sardım. O da saniyesinde beni sarmıştı.

"Yarın yine geleceğim."

"Gel, geç.. olsa.. bile." dediğinde gülümseyerek kafamı salladım. Gövdesine sarıldığım için kafamı oynatınca yanağım kazağına sürtündü.

Biraz sonra ondan ayrıldım. İkimizde bir hamle bekliyorduk, biraz uyandığım için bir süre yüzüne baktım ama ondan da bir hamle alamayınca hafifçe gülümseyip bakışlarımı çevirip bir adım attım.

Daha adım atmama izin vermeden kolumdan çekip beni kendine çevirdi. Gözlerinin içine bakarken, yavaşça yaklaştı dudaklarıma sıkı ama çok kısa bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde ne ara kapandığını bilmediğim gözlerimi araladım.

"Görüşürüz..." dediğimde kafasını salladı. Kapıya doğru dönüp dudaklarımı yaladım ve kapıya yürüdüm.

Montumu ve botumu giyinip Mahir'e son bir bakış atıp dışarı çıktım. Soğuk hızla yüzüme vurduğunda, montuma biraz daha sarındım. Bu sefer biraz daha geç kalmıştım.

Mahir ben bahçeden çıkıp gözden kaybolana kadar arkamdan baktı. Beni bırakmak istediğini biliyordum ama muhtemelen köylüler görürse dilleri hiç durmayan insanlar, şimdi daha fazla konuşup huzurumuzu bozacaklardı.

Babam beni bir kez daha ararken, gözlerimi devirip telefonu cebimden çıkarmadan yandaki tuşuna basıp sesini kıstım. Babamdan nefret etme yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Mahir'i sevdikçe, babamdan nefret ediyordum sanki.

Botlarım karları ezerken, çıkan ses saçma bir kuşun öttüğü sessiz ortamda yankılanıyordu. Normalde karanlık ortamlardan korkan ben, şuan bir huzurlu geldiği için yavaş yavaş yürümeye başladım.

"Ah!" acı dolu, kısık bir inleme duyduğumda kaşlarımı çatıp adımlarımı durdurdum.

Hareket etmeyip, sesin analizini yaparken saçma kuşun ötme sesini ve uzaklardan gelen bir havlama sesini duyuyordum. Birkaç saniye durup yeniden birkaç adım atmıştım ki bir kez daha aynı acı dolu ses geldi.

Cebimden telefonumu çıkarıp etrafa bakarak parmak izimle ekranı açıp, daha sonra feneri açtım. Fener karanlık, ıssız çamurlu yolu aydınlatırken karlarla dolu alana doğru tuttum feneri. Etrafı dikkatli bir şekilde turlarken, ağaçların arasına doğru bir adım attım.

Beyaz ışık her kenara değerken, birden iki salise önce tuttuğum köşeye ışığı yeniden çevirdim. Bir postal görünüyordu. Daha doğrusu bir ayak. Kaşlarım çatılırken botlarım karları ezerken yavaşça yanına ilerledim.

"Hey.." dedim korkulu sesimle.

Birkaç adım sonra yanına gittiğimde, karların içinde yatan bir beden olduğunu gördüm. Kafası bana doğru yana düşmüştü. Kirli sakalları vardı ve yüzü kusursuz duruyordu. Üzerinde koruyucuların giyindiği tarzdan kıyafetler vardı.

Yaralı olduğu belliydi, yeşil üzerinde koyu bir sıvı her yere yayılmıştı. Yanındaki karlar kırmızı olmuştu. Nefesim hızlanırken gözlerim büyüdü. Hızla yanına çöktüm, ne yapacağımı bilemiyordum.

"Beni duyuyor musun?" titrek bir sesle konuştum ve hafifçe kolunu tuttum. Ama hayır, hiçbir tepki vermiyordu.

Korkarak telefonun ekranını burnuna doğru tuttum, elim titriyordu. Birkaç saniye sonra çekip ekran ışığını açınca, ekranın buğulu olduğunu görünce derin bir nefes aldım. Yaşıyordu.

"Ne yapacağım şimdi.." göğüs kafesim bir inip kalkıyordu.

Yutkunup etrafıma bakındım, babamlar gelirse benim bu saatte böyle bir işle karşı karşıya gelmemin sonucunda bir daha beni dışarı bırakmazlar, bıraksalarda bir sürü laf ederlerdi.

Yeniden adama döndüm, emin olmayarak kolundan tuttum. Yanlış bir harekette kötü olacaktı muhtemelen ama ben gidip gelene kadar ya köpekler başına toplanırsa diye düşündüm. Şuan en olmayacak şeyleri bile düşünüyordum.

Kolundan tutup boynuma sardım, hafifçe ayağa kaldırdım. Benden çok az kiloluydu, bu yüzden çok fazla zorlanmıyordum. Ama sanırım korkudan nefesim hızlanmıştı.

Kaldırdığım adamı sürüklemeye başladım. Bilinci yerinde olmadığı için bana hiç yardımcı olamıyordu. Ve az önce dediğim zorlanmıyorum lafını geri alıyordum. Aşırı zorlanıyordum şuan. Ama yolun ortasındada bırakmadım.

Huzurlu sokağa girdiğimde, karlar yürümemi, daha doğrusu onu sürüklememi zorlarken güç bela evin bahçesine girdim. Soğuk olmasına rağmen, ter içinde kalmıştım.

Kapının önüne gelince nefesim kesilirken, kollarımda güç kalmayınca yavaşça bıraktım ve kapıya gidip hızlı hızlı vurdum.

"Mahir.." dedim vurmaya devam ederken. Kapı saniyeler içinde açıldığında bana korku ve endişeyle bakan gözler ile karşı karşıya geldim.

"Teo.. ne..oldu?" diye sordu beni kendine çekerken. Yutkundum.

"B-ben eve gidiyordum ama yolda bir adam gördüm. Yaralıydı. Başka bir yere götüremedim, sen komutansın. Ne yapacağını bilirsin." hızlı hızlı konuştuğumda ağzımdan çıkan her kelimeye sanki bir çocuğu sakinleştirmek istermiş gibi kafasını salladı.

"Hadi Mahir, yardım et ne olur." dedim korkuyla ve kollarının arasından çıkıp iki adım kenarda yaralı duran adamın yanına gidip dizlerimi kırıp eğildim.

Mahir'in yanımıza geldiğinde ben adamın yarasına bakıp yüzümü buruşturdum. Mahir öylece duruyordu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda, yüzünde dehşet verici o ifadeyi görünce olduğum yerde kilitlenip kaldım.

"Savaş.."

DELİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin