Telefonum bir kere daha çalarken, sessize aldım direkt. Annemler çok merak etmişti ama onu yalnız bırakmazdım. Telefon susup bir daha çalınca sigara içen Tarık komuran yan yan bana baktı.
"İstersen sen git çocuk." dedi kalın sesiyle. Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır, bir şey olmaz."
Mahir içeride kendine göre bir hazırlık yapıyordu ve ikimizde dışarıda bekliyorduk. Çünkü bu onun meselesiydi, biz sadece yardım edecektik. Tarık komutan onu anlarmış gibi biz çıkalım diyerek onu yalnız bırakmıştı.
Şimdi de o kapının önünde silahının kabzasını kara koymuş, ucunuda bir elini koymuştu. Sigarasının ise yarısına gelmişti.
"Umarım yakalanmayız." dedim ellerimi cebime koyarken.
"Aslında bana teslim etse beş saatlik bir işim var ama." dedi bahçede duvarına bakarken. Kaşlarım çatılırken ona döndüm.
"Beş saat çok fazla, yakalanırsın öyle." dedim anlamayarak.
Bakışlarını bana çevirdi, dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Kafasını eğip güldüğünde garip garip ona baktım. Değişik bir adamdı.
Sigarasından bir duman daha çekerken kapı açılınca dudaklarında sigara varken omzunun üstünden kapıya baktı ve ardından hızla elindeki sigarayı atıp dumanı soğuk havaya salarken silahını eline aldı.
Bende anında arkaya döndüğümde Mahir'in sırtında Savaş ile beraber dışarı çıktığını gördüm. Dışarı çıktığında gözleri direkt beni buldu.
"Yardım edeyim mi?" dedi Tarık komutan yanına gidip elindeki silahı aldı.
"Yok." dedi sadece ve yürümeye başladı. Savaş'ın sırtında olması onu çok etkilemiyor gibiydi.
"Teo, istersen-"
"Hayır." dedim direkt. Beni eve göndermeye çalışacaktı.
Gözlerimin içine birkaç saniye baktı ama ardından kafasını salladı, o yürümeye başlamışken Tarık komutan elinde iki silahla peşinden gitti.
"Kapıyı kapat Teo." Tarık komutanın lafı ile ileri doğru adım atacakken arkaya dönüp kapıyı kapattım.
Akşamları öten ürkütücü kuş beynimin içinde yankılanırken ikilinin arkasına takıldım. Savaş'ın ufak acı dolu inlemelerini duyuyordum.Mahir sırtında biri olmasına rağmen düzgün yürürken, ben bazen takılıyordum ama neyse ki görmüyordu ikiside.
"Teo, dikkatli.. yürü." dedi Mahir birden, görmesede biliyordu beni.
Etrafı görmek biraz zorlanırken, telefonumun ışığını açıp direkt yere doğru tuttum. Yerimizi belli etmemek için çok fazla kaldırmıyordum.
Karlı ve çamurlu yolda biraz yürüdük. Daha sonra mezara geldiğimizde, Savaş kendinden geçmiş gibiydi, muhtemelen yaralarına fena halde baskı yapılmıştı.
"Burası mı?" diye sordu Tarık komutan, ardından bana dönüp elimdeki telefonumu bir çırpıda aldı ve etrafına bakındı. En sonunda kazılı olan çukurda durdu.
"Siz.. uzaklaşın." dedi Mahir. Tarık komutan onun yüzüne birkaç saniye baktı ve bana döndü.
Kafamı olumsuz anlamda sallasamda öyle sert bakmıştı ki, mecburen onunla beraber yürümeye başladık ama içim hiç rahat değildi. Karlar ayaklarımızın altında ezilirken omzumun üstünden Mahir'e baktım.
"Yalnız bırakmasak mı?" diye sordum. Tarık komutan sadece önüne bakıyordu.
"Mahir ne yapacağını bilir."
Derin bir nefes aldım, evet o ne yapacağını bilirdi. Birkaç adım daha uzaklaşıp durduk ve Mahir'e döndük. Bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini anlamıyordum.
Savaş ile birkaç dakika boyunca konuştu diz çökmüş bir vaziyette, ardından ayağa kalktı. Ben onu dikkatlice izliyordum.
Postanın ucu ile Savaş'ı mezara doğru itince Savaş büyük bir inleme ile aşağı düştü. Ses fazla çıkınca Tarık komutan hafifçe öne çıkarak etrafı izledi. Biri gelir diye tetikte bekliyordu.
Mahir çantanın içini açtığında bir benzin kutusu çıkarınca gözlerim irileşti. Yüzünü görebildiğim kadarıyla aşırı derecede ruhsuz duruyordu.
Benzinin kapağını yavaşça açtı, hâlâ kardeşi ile konuşuyordu. Rastgele çukurun içine dökmeye başladığında Savaş'ın korkuyla bağırdığını duyuyordum. Dişlerimi sıkıp ifadesiz durmaya çalıştım.
Mahir benzin kutusunu tamamen boşaltıp, çukurun içine attı. Eğilip bir şeyler daha söyledi, ama Savaş'ın yalvardığını duyabiliyordum.
"Şerefsiz." diye homurdandı Tarık komutan onun yalvarış sesine.
Mahir ayağa kalktı bir kez kardeşine baktı ve yüzünde hiçbir acıma belirtisi olmadan bize doğru döndü. Cebinden bir şey çıkardı, kibrit kutusu olduğunu kibriti çaktığında anlamıştım.
"Mahir yapma!" diye bağırdı Savaş.
Altı askere pusu kurulduğunda, ortaklığı alev almıştı.
Mahir birkaç saniye durdu ve ardından kibriti çukura doğru attı. Büyük bir alev ses çıkararak yükselip alçalırken yerimden sıçradım. Tarık komutan ve benim yüzüm büyük yangından çıkan kırmızı ışıkla aydınlanırken, ağzım aralık bir şekilde bakıyordum.
Savaş'ın çığlık sesleri kulağıma doluyordu.
Tarık komutan Mahir'in yanına yürüdüğünde bende direkt peşine takıldım ama elim ayağım titriyordu. Mahir elini cebine koymuş, ifadesizce Savaş'ın çığlıklarını dinliyordu.
Yanına gittiğinde alevin yüzümü yaktığını hissettim. Tarık komutan aynı onun gibi bakıyordu yangına. Kalbim hızlı hızlı atarken orada ne kadar süre durduk bilmiyorum.
Köyden uzakta olduğumuz için muhtemelen kimse görmemişti o yükselen yangını. Şimdi ise küçük bir alan yanıyordu. Hem de çok fena yanıyordu.
Savaş, daha ölmeden cehennemin ateşini tatmış gibiydi.
Ateş yavaş yavaş sönerken, geriye kömürleşmiş bir beden kalmıştı. Kaç saat öylece durduk onu bile bilmiyordum. Tarık komutan kenarda duran kürek ile çukuru kapatmaya başlamıştı.
O çukuru kapattığında, küreği kenara atarak bize döndü. Mahir'e bakıp kafasını hafifçe öne eğince, Mahir'de aynı hareketi yaptı. Mezar'a son bir bakış atıp geldiğimizi yöne doğru döndü.
Beni kolunun arasına alırken, titrediğini hissedebiliyordum. Şimdi üçümüz beraber geri dönüyorduk köy yoluna.
Tarık komutan az önceki olay yaşanmamış gibi bir sigara yalarken, Mahir karanlıktan faydalanıp beni kolunun altından çıkardı ve elime uzandı.
Parmaklarımızı birleştirirken, sıkı sıkı tuttum elini.
Sonunda bitmişti, yarası kapanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ
Teen Fiction[TAMAMLANDI] İstanbul'da yaşarken babasının iflası sonucu köye yerleşen Teoman ve köydeki herkesin deli diye andığı Mahir'in hikayesi.