Şeytan ile göz göze gelmek.
Benim için o bir şeytandı, hatta şeytan bile onu görse tövbe ederdi diye düşünüyordum. Yaptıklarının hiçbir açıklaması yoktu.
Özgürlük mü istiyordu? Bunu dağa çıkarak,dağa çıkmayı bırak, masum askerleri öldürerek elde edemezdi. Kim bilir kaç mehmetciğin kanı vardı ellerinde.
Zulüme, zulüm ile karşılık vermek caniliktir. Özgürlük ya da hak arama gibi bir durum söz konusu değildir. Günahsız insanları öldürüp onların yaşama haklarını alıp, kendilerine özgürlük tanıyamazlar.
Şimdi yatakta karşısındaki kardeşine şok ile bakan adam, şeytandan farksızdı benim için. Sadece benim için değil, Mahir içinde öyleydi.
Mahir gözlerini kırpmadan öyle bir ifade ile bakıyorduki kardeşine, kimse o bakışların kendine hedef olmasını istemezdi. İğrenen, nefret kusan bakışlarını sunmuştu kardeşine.
"D-demek sen ha.." dedi Savaş biraz daha kendine gelirken. Gözleri bir ara bana kaydı ama daha sonra yeniden Mahir'e döndü.
Yüzünde ufak bir alaylı tebessüm oluşurken, kaşlarımı çattım. Canının acısına rağmen, gülüyordu. Yarası yüzünden yüzü buruşmuştu hafif bir sarsıntıda, ama yinede alaylı ifadesi silinmemişti.
"Sen hâlâ yaşıyor musun?" doğu ağzıyla konuşuyordu. Hiç duraksamadan.
Mahir yaşadıklarından dolayı duraksayarak konuşurken, onun bu derece rahat konuşması kanıma dokunmuştu. Yumruklarımı sıktım.
Mahir sadece onu izliyordu, ben biraz daha divana yaklaştığım için ikisini birden rahat bir şekilde görebiliyordum. Savaş birkaç kez öksürdü.
"Seni.. öldürmeden. ölmeyeceğim.. demiştim." konuşurken duraksamamaya çalışmasını anladığımda gözlerim dolmuştu. Dişlerimi sıkıp, derin nefesler aldım.
"Bu kısasa kısas hiç adil değil sanırım.." Savaş gülerek konuştu. "Onlarca şehide karşı, benim canım mı sadece?"
Alay dolu sesiyle konuştuğunda ona irileşmiş gözlerim ile baktım. Eli kolu bağlı halde durmasına rağmen hâlâ nasıl böyle konuşabiliyordu...
Mahir'in nefesi hızlanmıştı, sinirleniyordu. Onun kadar sakin duramıyordu, askerleri söz konusu olunca gözü kimseyi görmüyordu.
"Sen kimsin?" sorusunun muhatabının ben olduğumun, şeytan gözler bana dönünce anlamıştım.
"Yoksa asker misin?" diye sordu ama ciddi bir soru değildi. Mahir ile dalga geçiyor gibiydi. "Onun askeri misin?"
Mahir dişlerini sıkıp yanıma doğru geldi, eli kolu bağlı olmasına rağmen beni ondan korumak istiyordu. Savaş'tan korkmuyordum, sadece onlarca masum insanın katili olup bu kadar rahat olması tüylerimi ürpertiyordu.
"Ama sanmıyorum..." dedi Savaş, refleks olarak elini çekmek istemişti ama bağlı olduğunu saniyeler sonra yeniden kavramış gibiydi. Bakışlarını iplere yöneltti, daha sonra istifini bozmadan bizden tarafa döndü.
"Ölen itlerinden sonra, yeniden sahiplenmez." gözlerimi sonuna kadar açmış ona bakarken, yanımdaki beden kaskatı kesildi.
"Arteşa qirêj." dedi Savaş yeniden tükürür gibi. Kürtçe konuşmuştu, ben anlamamıştım ama yanımdaki beden anlıyordu.
Mahir boynunu iki yana eğdi, ardından gözlerini ondan çekip sobaya doğru gitti. Ben acıyan kalbimle onu izliyordum. Daha doğrusu en eski haline dönecek diye korkuyordum.
Sobanın önüne gittiğinde, Savaş sırıtarak onu izliyordu. Mahir sobanın içine doğru soktuğu demir uzun çubuğu çıkardı. Tuttuğu kısımın bile sıcak olduğuna emindim, ama sobada olan kısım kezzap etkisi yaratır gibiydi.
Mahir demiri ifadesiz bir yüzle çıkardığında, Savaş'ın yüzündeki gülümsemenin yavaş yavaş silindiğine şahit oldum. Korkuyordu.
Onun korkusu beni iyi hissettirmişti. Mahir'in gözleri bana döndü, gözlerinin içinde Komutan Mahir'i görmüştüm.
"Sen eve git." sert sesiyle konuştuğunda hiçbir itiraz istemediğini açık ve net bir şekilde belirtmişti.
Bakışlarımı Savaş'a çevirdiğimde korkusunu belli etmemeye çalışıyordu ama ben anlıyordum. Şuan it gibi korkuyordu. Belki ölümden korkmuyordu ama canlı canlı acı çekmekten korkuyordu.
O an Mahir'in onu neden yaşatmak istediğini anlamıştım. Onu kendi elleriyle, canını yaka yaka öldürmek istiyordu. Başkasının öldürmesi onun içini soğutmayacaktı.
"Tamam.." dedim sessizce, gözlerim onun gözlerine değerken.
Mahir'e fiziksel olarak zarar verecek bir konumda değildi. Sözleri ile zarar verebilirdi ancak, onu da Mahir kendi yöntemi ile kesecekti.
Kapıya doğru yürüdüğümde yaşadığım gerilimden dolayı dizlerimin biraz titrediğini hissettim. Kendime kızdım ama bende sürekli terörist görmüyordum ya!
Montumu ve botumu giyinip, çıkmadan önce Mahir'e son kez baktım. O bana değil Savaş'a bakıyordu.
Kapıyı arkamdan çekip birkaç adım attım, ama ardından adımlarımı durdurdum.
Savaş'ın çığlık sesleri kulağıma dolarken yüzümü ekşittim. Sanki cehennemden yükselen çığlık sesleri gibiydi.
Öyle bağırıyordu ki, birkaç dakima içimdeki ona duyduğum öfkeye engel olmayarak zevkle dinledim acı dolu çığlıklarını.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra, ellerimi cebime koyup yürümeye başladım.
Onun canı yandıkça, benim içim soğumuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ
Roman pour Adolescents[TAMAMLANDI] İstanbul'da yaşarken babasının iflası sonucu köye yerleşen Teoman ve köydeki herkesin deli diye andığı Mahir'in hikayesi.