"Tabakları getirin..." dedi yaşlı bir teyze. Genç insanlardan daha dinamik ve atikti. Herkes onun sözünü dinliyordu.
Bugün lokma dökülüyordu. Büyük bir kazanda etli pilav yapılıyordu. Bütün köy hem kurbanın kesilmesinde, hem de pilavın yapımında para yardımı yaptığı için herkesin lokması oluyordu. Bunu ilk defa burada duymuştum.
Yaşlılar, gençler herkes köyün meydanı gibi olan aradaydı. Burası Mahir'in evine de yakındı. Dünden beri onu görmemiştim.
Beni bekliyordu muhtemelen ama babamlar buraya gelmemi kesin bir dille istemişti. Bu konuda onlara itiraz etsem bir daha dillerinden kurtulamazdım.
"Teo burası sakin duruyordu. Bu kadar adam nasıl çıktı ya." dedi Giray yaslandığımız yerden kazanın önündeki köylülere bakarken. Ona dönüp gülümsedim. Çocuk şok olmuştu.
"Biliyor musun ben de bu kadar çok olduklarını tahmin etmezdim " evet kahvehane çoğu zaman insan kaynıyordu ama şimdi kadınlarda dışarı çıktığı için on kişi gördüğüm yer elli kişi olmuştu.
Bir de ordan oraya koşan çocuklar da vardı tabi. Hiç yerlerinde durmuyorlardı. Giray'ın peşine takılıp abi abi diyorlardı, o ise gizliden gizliden küfür edip yanlarından gönderiyordu. Çocukları sevmediği barizdi.
"Teo..." ismim yine zikredilince bakışlarımı yanıma çevirdim. Süleyman yanımıza doğru geliyordu, yanında ise Aliseydi vardı. Ve adını bilmediğim birkaç daha genç.
"Selamün aleyküm." dedi elini uzatıp. Gülümseyip elini tuttum ve kafa selamı verdim.
"Aleyküm selam." dediğimde diğerlerine ise sadece kafamı salladım.
Süleyman elini Giray'a da uzattı. Giray onu süzdükten sonra elini uzatıp tokalaştı. Biraz küçümseyen bir tavırla yaklaşmıştı sanki. Bakışlarını hemen çekmesinden bile belliydi. Süleyman bunu fark etmiş olacak ki geri çekilirken uzunca yüzüne baktı.
"Seni geçen gün gördüm. Yılmaz Ağa'nın evinde kalıyorsun değil mi?" dedi Süleyman. Giray umursamaz bakışlarını çevirdi ve ardından kaşlarını çattı.
"Yılmaz Ağa?" dedi anlamayan bir şekilde. Yine küçümsüyordu.
"Evet Yılmaz Ağa'nın yıllardır kapalı olan evine girerken gördüm seni. Onun kızının tanıdığı biri olmalısın, anahtar bir tek onda vardı." dedi ellerini cebine koyup. Bakışlarım Giray'ın yüzüne kaydı. Bu sefer ciddiye almış görünüyordu.
"Evet, anahtarı ondan aldım." dedi kısaca. Çok seri cümleler kuruyordu, başka zaman dikkatimi çekmezdi ama o ilk geldiğinden beri bakışlarını düşündüğüm için garip geliyordu.
"Sen nereden tanıyorsun ki Yılmaz Ağa'yı?" dedim bu sefer. Bakışlarını bana çevirince dümdüz bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Babaannemin tanıdığı." dedi sadece.
Süleyman biraz şüpheli baksa da kafasını sallayıp benim yan tarafıma geçti. Kızlar hariç tek erkek tayfası biz olduğumuz için beraber duruyorduk. Ama bir süre sonra tabakları dağıtmak için işe koyulmuşlardı.
"İyi ki hayvanı gözümüzün önünde kesmediler, yoksa yiyemezdim sanırım." dedim yüzüne bakarak. Biraz sohbet etmeye çalışıyorum. Sıkılsın istemiyordum.
"Yok ben yerdim. Sıkıntı değil benim için." dedi gülerek. Gülüşü samimiydi ama bir şey vardı işte. Ya da saçma şeyler düşünüyordum, yargılıyordum. Kendime kızıyordum.
Ona hafifçe gülümsedim ve o sırada yengem bize tabakta pilavları getirince ikimiz de aldık. Evet biraz değişikti ama ikimizde yiyince tiryakisi olmuştuk.
"Bu ne böyle..." dedi Giray ve gözlerini şokla açıp bir kaşık daha aldı. Yemeden önceki memnuniyetsizliği aklıma gelince sırıttım.
Tam ona gülerek bakarken Mahir'i gördüm. Kendi evine gidilen yolun kenarında durmuş bana bakıyordu. Üzerinde montu yoktu. Yine ben gelmeyince beni aramaya çıkmıştı belki de.
Yaslandığım yerde bedenimi dikleştirdim. Yanımdaki çocuğa gözlerini kısıp baktı ve ardından kaşları çatıldı. Hem üzgün hem de sinirli görünüyordu.
Ben tam bir adım atmıştım ki Giray kolumdan tuttu. Ona baktığımda ağzı dolu bir şekilde kaşlarını çattı.
"Beni yalnız bırakma oğlum." dedi, burada tek başına kalmak istemiyordu.
Ne yapacağımı bilemeyerek yeniden Mahir'e döndü. Bir saniye daha yüzüme baktı ama ardından bakışlarını çevirdi.
"Mahir, gel oğlum. Sen de bir tabak al." dedi yaşlı teyze. Eliyle büyük kepçe gibi olan şeyi tutmuş büyük kaplara lokmadan koyuyordu.
Mahir bakışlarını yaşlı teyzeye çevirdi. Normalde köylülerden uzak dururdu ama bu kadına saygı duyduğu belliydi. Emin olamasa da yeniden döndü bizim tarafa. Ama o kadar mazlum duruyordu ki içim gitmişti.
Mahir kaçamak bakışlarla benim olduğum tarafa bakıyordu. Bir an önce gitmek istiyor gibiydi.
Yaşlı kadın bir çocuğa tabak verip Mahir'e vermesi için gönderdi. Küçük çocuk yavaş yavaş yürürken kenardaki eve girmiş olan babam kaşlarını çatarak Mahir'e yaklaşan çocuğun elindeki tabağa ve daha sonra da Mahir'e baktı.
"Yavrum dur dur..." dedi çatık kaşları ile. Çocuğun omzundan tuttu ve durdurdu.
"Yapma ya.." diye fısıldadım sinirle. Giray beni duyunca yemeyi durdurup o da baktığım yere bakmaya başladı.
"Bu deli katılmadı, kimsenin hakkını yemesin." dedi babam Mahir'e sinir dolu bir bakış atıp. Dişlerimi sıktım.
Giray gülermiş gibi bir ses çıkarınca sinirle ona da baktım. Mahir'in bu durumundan hoşlanmış gibi görünüyordu.
"Deli mi?" dedi kendi kendine. Ve rahatlamış gibi yeniden güldü. Biraz da alayla.
Bakışlarımı yeniden Mahir'e çevirdim. Babama dolu gözlerle baktı, şu an bunu duyan herkes ona baktığı için tedirgin olmuştu sanırım. Elini ensesine koydu ve kafasını salladı. Bakışlarını bana çevirdi.
Öyle bakıyordu ki, kalbime ağrı girmişti.
Kafasını bir daha sallayıp arkasını döndü ve adımlarını hızlandırıp gitti.
"Atahan ne yapıyorsun oğlum sen?" diye sordu yaşlı teyze. Ben hâlâ onun gidişine bakiyodum.
"Katılmamış, niye alsın hala?" dedi babam yeniden.
"Mazluma, kimsesize böyle davranırsan bu lokman da kabul olmaz onu bil." dedi teyze sinirle. Gözleri dolmuştu.
Ben ise gözden kaybolan Mahir'in arkasından gözlerim dolu dolu olmuş bir şekilde bakıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ
Genç Kurgu[TAMAMLANDI] İstanbul'da yaşarken babasının iflası sonucu köye yerleşen Teoman ve köydeki herkesin deli diye andığı Mahir'in hikayesi.