12- TÜRKÜ

53.5K 4.8K 1.1K
                                    

Sabah kalktığımda dün yaşanan gergin ve garip gecesi hala sürüyor gibi hissediyordum. Daha doğrusu kahvaltı masasında sokulan laflar, bunu sürdürüyordu.

"Biz beyefendiye bir şey oldu diye korkarak her yerde arayalım, o delinin evinde çıksın..." dedi babam çayından bir yudum alırken. Amcam bana bir bakış attı. İkisi bir olmuştu.

"Hayır yani sen o delinin evine neden gidiyorsun? Sana zarar vereceğinden korkmuyor musun?" dedi bu sefer daha büyük bir sinirle. Annem bıkmış bir ifadeyle derin bir nefes aldı. Gözlerimi babama çevirdim.

"Ona deli deme." diye keskin bir uyarıda bulundum. Kaşlarını kaldırıp bana baktı.

"Ve o benim buradaki tek arkadaşım. İstediğim zaman yanına giderim." ona arkadaş gözüyle baktığımı bilmeleri lazımdı, yoksa işler daha kötü olacaktı. Amcam alayla gülümsedi.

"Bir deliyi mi kendine arkadaş olarak görüyorsun?" sıkıntılı bir nefes aldım.

"Sizin o deli dediğiniz adam, hepimizden akıllı." aslında senden akıllı demek istemiştim ama, şimdi bir de bu büyük bir problem yaşatacaktı.

"Bir de hâlâ savunuyor.." dedi babam amcama bakıp, sanki dün birbirlerinin üzerine yürüyenler onlar değilmiş gibi. Cevap vermedim, çünkü anlamayacaklarını biliyordum.

"Ben, doydum. Biraz dolaşacağım." dediğimde babaannem bana üzgünce baktı, o da oğullarının bu durumuna üzülüyordu. Ve benim halime.

Annem yüzüme baktı, o da perişan olmuştu artık. Hafifçe ona gülümserken babam ve amcamın homurdanmalarına umursamadan dış kapıya doğru ilerledim.

Sarı montumu giyinip, botumuda giyindikten sonra dışarı çıktım. Her zaman yürüdüğüm yollardan geçerken, köy biraz daha hareketliydi. Güneş her yeri aydınlatmıştı bu sefer, ama yine de soğuk kendini hissettiriyordu.

Mahir'in evine doğru giderken önüme çıkan bir kediyi birkaç dakika sevdikten sonra, biraz daha huzurlu hissederek daha huzurlu olacağım kişinin yanına ilerledim.

Bahçeden içeri girdiğimde kapıda kimse yoktu, sadece masanın üzerinde duran yaprak parçalarının hışırtısı kulağıma vuruyordu. Derin bir nefes alarak kapıya ilerledim. Etrafıma bakınırken kapıyı birkaç kez tıklattım.

Dakikalar geçsede kapı açıklayınca, evde olmadığını anladım. Evde olsa mutlaka açardı çünkü. Bakışlarımı bahçeye çevirip kapının önünden ayrılırken etrafıma bakındım.

Evin arkasında gittiğimde, orada da kimsenin olmadığını görünce, ellerimi cebine koydum. Biraz sessizliği dinleyip, sıkıntılı bir nefes verip bahçeden çıktım.

Gideceği tek bir yer vardı, o da Savaş'ın mezarıydı. Yani boş mezar. Meydandan değilde yolumu uzatarak beni kimsenin göremeyeceği yerden ilerlermeye başladım.

Geçen sefer geldiğim yere gelip, yolda durduğumda Mahir'in yine kapatılan mezarı kazdığını gördüm. Ama bu sefer köylü kapatmamıştı, kar yağınca içeri kar dolmuştu ve donmuştu.

Orada durmaktan vazgeçip, yanına ilerledim. Sanki bahçeye bir çiçek ekiyormuş gibi davranıyordu. Bir şeyler mırıldanıyordu ve bunun bir şarkı olduğunu yanına az bir mesafe kala anlamıştım. Olduğum yerde afallayarak kalakaldım. Normalde konuşma bozukluğu çeken adam şimdi normal bir şekilde şarkı söylüyordu.

"Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı.."

Sesi öyle duygu doluydu ki, tüylerim diken diken olmuştu. Beni fark etmemişti ve sadece kazdığı yere odaklanmıştı.

"Dost köyünden ayağımı kestiler, bir akılsız başdan gayrı..." dedi ve için çekti. "Nem kaldı..nem kaldı."

Elimi cebimden çıkarırken onun gözlerinden akan yaşlar, yüreğime acı saplamıştı. Kim bilir ne kadar acı çekiyordu, nasıl yanıyordu içi.

"Padişah değilem çeksem otursam
Saraylar kursam da asker getirsem..."

Küreği bırakıp, derin bir nefes aldı. Yere çöküp, sesi titrerken çamurlu elinin tersiyle gözünde ki yaşı sildi.

"İki damla yaştan gayrı
Nem kaldı nem kaldı..." şarkıyı titreyen sesiyle devam ettirdiğinde, hızla yanına ilerledim.

Yanına oturup ona sulu gözlerim ile bakarken, bana bakmamıştı bile. Sadece ağlıyordu. Boğazımdan bir hıçkırık kaçarken, o bana gelmez diye ben ona kollarımı sardım. Koca adamı sıkı sıkı sararken, o beni engellemiyordu.

"Benim.. yüzümden." yine konuşmada güçlük çekerken, kendi kendine feryat etti.

Soğukta, sadece bir kazak ile çıkmıştı. Bu yüzden sarılırken, onu soğuktan da korumak istiyordum. Ama soğuk onun çok umrunda değil gibiydi.

O ağladıkça, bende ağladım. Yine bilmediğim derdine, ortak oldum.

***

Bir iki bölüm sonra Mahir'e ne olduğunu öğreneceğiz... Ve merak etmeyin hep böyle devam etmeyecek kurgu. Eğlenceli, güzel sahneler gelecek. Ama şimdi biraz Mahir'in acısını yaşaması lazım:(

DELİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin