53- MAHİR

25K 2.7K 2.3K
                                    

Bölüm şarkısı; Ben Beni- Aşık Mahzuni Şerif

Dört saat, on üç dakika.

Bir insanın gözyaşı hiç durmadan akabilir miydi? Benim ki hiç durmuyordu.

Annemi kaybetmiştim, hem de en ağır şekilde. 'Annem' öldüğü için üzülmüyordum. O benim için anne kavramından daha da farklı bir konumdaydı. Bir ipte vücudu sallanan o kadın, ölümü hak etmemişti.

Babamı ise 'keşke ölseydi' diyeceğim şekilde kaybetmiştim. Ölseydi, beni daha az yaralardı. En azından beni büyütüp, yetiştiren bir insandan bu derece nefret etmezdim.

Ve şimdi Mahir...

Annem ve babam öldüğünde kimsesiz kaldığımı hissetmedim. Çünkü o vardı, ama şimdi kimsesiz hissediyordum.Mahir'in ölme ihtimali beni öyle dehşete düşürüyor ki, dört saat on üç dakikadır Allah'a dua ediyordum. 

Allah'ım, benim ömrümden alıp onun canına kat.

Dört saat, on dört dakika.

Hâlâ bir haber gelmemişti, bütün komutanlar ortalığı ayağa kaldırmış Mahir'i özel askerler olarak kaldığımız toplanma yerine getirmişlerdi. Bir hastaneye bile gidememişti, yeniden saldırı olur diye.

Birkaç saat sonra kapının önünde bekleyen askerler yavaş yavaş dağılmıştı kapının önünden. Yasaktı, hatta benim içeri girmem bile yasaktı.  Ama ben bahçe kapısının önünden ayrılamamıştım. En yüksek mertebede ki komutanlar bile gelip gitmemi emrettiğinde bacaklarımı kendime çekmiş, gözlerimden yaşlar akarken öylece kapıya bakmaya devam etmiştim.

Karanlık yavaş yavaş çökmek üzereydi, yüksek mertebede komutanlar içeri girip duruyordu. Ben ise sadece oturmuş, ruhum çekilmiş bir vaziyette kapıyı izlemeye devam ediyordum. Bu dört saatin içinde sadece bir kere tepki vermiştim, o da Mahir için acele kan takviyesi istendiğinde.

Kanım onunla uyuşmuyor diye, kanımdan nefret ettim. Mahir'e can olmayacaksa bana da olmasaydı keşke.

Kan bulunduğunda ise yerime oturmuş yeniden kapıyı izlemeye devam etmiştim. Sanki Mahir içeriden yürüyerek çıkacakmış gibi geliyordu.

Arka taraftan bir süratli araç sesi geldiğinde aldırmadım. Arabalar hiç susmuyordu, herkes buraya geliyordu. Ama birkaç asker sesi duyduktan sonra yan tarafımdan bir beden geçti. Sonra beni fark etmiş olacak ki adımlarını durdurdu.

"Teo?"

İsmimin söylenmesi ile kafamı kaldırdım, Tarık Komutan. Üzerinde askeri kamuflajı vardı ve endişeli görünüyordu. Kaşlarını çatıp yüzümü inceledi.

"Neden burada oturuyorsun?" diye sordu, 'Neden Mahir'in yanında değilsin?' dermiş gibi.

"Beni," saatlerdir konuşmadığım ve ağladığım için sesim çatallaşmıştı. "İçeri almadılar."

Birkaç saniye yüzüme baktı ve ardından kafası ile binayı gösterdi. "Kalk, benimle gel."

Hevesle suratına bakıp kollarımı çözdüm ve yerden destek alarak ayağa kalktım. O benim bu perişan halimi bir daha süzüp bedenini çevirdi ve hızlı hızlı binaya yürüdü. Ona yetişip hemen arkasından kalbim ağzımda atarak yürüdüm.

Tarık Komutan kapının önünü tutan askerlerin arasından geçtiğinde askerler tam beni durdurmak için bir hareket yapmıştı ki onlara bir şeyler söyleyerek engelledi. Kimsenin ne dediğini anlamıyordum, Mahir'e yakın olmanın heyecanı ve kalp ağrısı vardı üzerimde.

Tarık Komutan büyük adımlar atarak yürüdüğünde onu takip ettim. Etraf hem asker hem de komutan kaynıyordu. Komutanı gören herkes ona selam verirken Tarık Komutan hiçbirine aldırmayıp Mahir'in olduğu odaya ilerledi. Odanın önünde kalabalık komutan grubu vardı.

"Sen burada bekle." dedi Tarık Komutan yüzüme bakmadan.

O öyle dediği anda adımlarımı durdurdum ve kapının önünde bekleyen askerlere bir şey söyleyip içeri girmesini izledim.

Koridorda bekleyen komutanların bana attıkları bakışları hissediyordum ama ben Tarık'ın dur dediği yerde öylece durmuş bekliyordum. Gözyaşlarım yine kendiliğinden akıyordu.

On üç dakika, tam on üç dakika sonra içeriden mavi önlüklü bir adam ve yanında da iki tane asker çıktı. Adamın yüzü, geriye yalpalamamı sağlayacak kadar kötüydü.

"Doktor çıktı." sert sesli bir komutanın sesini duydum. Birkaç kişi bizim olduğumuz tarafa doğru geldiler, ben gözlerimi ayırmadan kapıdan çıkan doktora bakıyordum.

Maskesini çıkardı, üzgündü.

"Mahir Komutan nasıl?" diye sordu bu sefer başka bir kalın ses. Doktor ilk ona, daha sonra da birkaç kişiye baktı.

"Başımız sağ olsun."

Tüm sesler kesilmişti, durmuştu sanki dünya. Gözlerimi sonuna kadar açmış doktora bakıyordum, birazdan öleceğimi söylemişti sanki.

Yaslanacak bir yer aradım, ama arkamda ki dağ gitmişti sanki. Bacaklarımda ki tüm can çekilmişti, ağrıyan kalbim ise can çekişiyordu.

Mahir'in köyde ki gördüğüm ilk hali ve son hali aklıma doluştu. Ağladığı, güldüğü, sevindiği. Ama şimdi o yoktu. Dehşete düşmüş gibi hissediyorum.

Hiçbir şey söylemiyordum, dilim tutulmuştu sanki.

Komutanlar yumruklarını sıkıp, üzgün bir şekilde önümden geçip giderken ben doktorun gidişini izledim.

Bağırsana Teo, ağlasana... Hiçbir tepki veremiyordum.

Kapıya ilerledim ve iri gözlerim ile kapıyı açıp içeri girdim. İçeri daha bir adım bile atamamıştım ki iki asker durdurdu beni.

"Çık dışarı asker." dedikerinde kafamı deli gibi olumsuz anlamda salladım.

"Görmem lazım, son kez." diye mırıldandım. Kolumdan tutup çıkmaya zorladıklarında ise dişlerimi sıkıp birinin bacağına tekme attım. O sırada diğer asker silahını bana doğrulttu.

Silahın namlusu tam alnıma hedeflenmişti, askerin gözlerinin içine baktım. Rest çekiyordum, bunun farkındaydı.

"Bırakın!" Tarık Komutan'ın sesi kulağıma dolduğunda asker ilk ona sonra da bana yeniden bakıp emin olamayarak silahını indirdi.

"Gel." askerden gözlerimi zorla alıp Tarık Komutan'a çevirdim. Değişik bir haldeydi.

O içeri gittiğinde soluk alışverişlerim hızlanmıştı. Yumruklarımı sıkıp az önce ki halime zıt bir şekilde yavaşça oraya doğru yürüdüm. Kalın bir perde vardı, yeşildi.

Perdeyi elimle kenara çekip içeri geçtiğimde büyük komutanlardan iki kişi bana bakıyordu. Tarık Komutan'da beni izliyordu.

Yeşil örtülerin arasında gördüğüm beden ile tüm vücudum kasıldı. Mahir huzurlu bir şekilde gözlerini kapatmıştı, gözlerinin altı çökmüştü. Dünyadan habersiz yatıyordu.

Kulaklarıma dolan makine sesi ile kafamı Mahir'in yanına çevirdim. Kalp atışını gösteren makine, düzenli bir şekilde ses çıkarıp susuyordu.

Kalbi atıyordu.

Bakışlarımı Tarık Komutan'a çevirdim. Beni izliyordu, diğerleri gibi.

Çatık kaşlarım ile yeniden Mahir'e döndüm. Yaşıyordu.

***

Evet, Mahir yine öldü...

O kadar Mahir öldü şakası yaptım ki en sonunda gerçekten ölecek ha. Okuyucular da artık bıkmış ki 'Mahir yine mi ölmüş?' diyerek panoma giriyor ajfjahdhahsh

Çaycı Hüseyin gibi her hafta bir kez ölüyor...

Aksiyon ve dramı gerçekten seviyorum. Mesela bölümün başında Mahzuni çalarken, Teo'nun ameliyathane gibi olan odaya yavaş yavaş girmesinde Payam Türk-Mənəm Turk çalıyordu... Öyle hayal edince acayip iyi sahne oluyor, keşke yönetmen falan olsam...

DELİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin