"Mahir, ne olur gitme." diye mırıldandım, montunu üzerine giyinirken bakışları beni buldu. Derin bir nefes alıp bana yaklaştığında vücudum titriyordu.
"Ağlama.. Teo." dedi, yine duraksıyordu. Korkusundan mı yoksa hissettiği üzüntüden dolayı mı bilmiyordum. Elini yanağıma koyup yanağımı okşar gibi gözümde ki yaşları sildiğinde ağladığımın farkında bile değildim.
"Gitme, yalvarırım." dedim yeniden. Beni dikkatle dinledi, sanki verecek bir cevabı yokmuş gibi yavaşça dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Dudaklarımız buluştuğu anda, daha fazla ağladım. Öyle derin ama yavaş bir şekilde öpüyordu ki içim gidiyordu. Gözümden akan yaşlar ikimizin dudaklarına dökülüyordu. Saniyeler sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırıp gözlerimin içine baktı.
"Artık bitmesi gerekiyor." dedi beni ikna etmek istermiş gibi. Kafamı sağa sola salladım.
"Bırak devlet halletsin, askerler gitsin." bu onun şahsi meselesi değildi, o bir komutandı ve karşısında ki de teröristti.
"Olmaz Teo," diye mırıldandı ve yeniden dudaklarıma uzanıp sıkıca öptü. Bana sarıldığında onu hiç bırakmak istemiyormuş gibi sıkıca sardım.
"Seni seviyorum..." diye mırıldandı, dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtığında beni daha da sıkı sardı. Boynumdan öptü. Titrek bir nefes alıp geri çekildiğinde yüzünü bana göstermiyordu.
Kenarda duran iki silahını da alıp beline yerleştirdi ve bir daha gözlerimin içine bakmadan odadan dışarı çıktı. O çıktığı anda Tarık Komutan'ın sesi odayı doldurmuştu. Tek başına gitmemesini söylüyordu.
"Teo'nun yanında dur. Eğer arkamdan geldiğini görürsem kötü olur Tarık."
Sesi uzaktan geliyordu, daha sonra ise kapının açılıp kapanma sesini duydum. Mahir o kadar netti ki kimse ona engel olamıyordu. Yere çöküp ağlamamak için direndim, Tarık Komutan sürekli telefon görüşmesi yapıyordu.
Kendimi toparlayıp odadan dışarı çıktığımda birkaç askerin salonda olduğunu gördüm, Tarık onlara emir vermek için çağırmıştı. Ama telefon görüşmesinden sonra afallamış bir vaziyette telefonu kapattı. İlk defa onu böyle görüyordum.
Kaşlarım çatılırken yanına gittim, tam yanında durup gözlerinin içine baktım.
"Ne oluyor?" diye sorduğumda düşünceli bakışlarını bana çevirdi. Birkaç saniye ne diyeceğini bilemeyerek yüzüme baktı, ardından dudaklarını araladı.
"TSK Mahir'i gözden çıkarmış, asker göndermeyecekler." diye mırıldandığında kaşlarım daha çok çatıldı.
"Bu adam ölüme bile devleti için gidiyor!" diye bağırdım. Askerler Tarık'a selam verip dışarı çıkarken gözlerim ile onu takip ettim.
"Durun!" diye bağırsamda durmadılar. Bir daha bağırdım, sinir krizi geçirmenin eşiğine gelmiştim.
"Bir şey yap!" diye bağırdım bu sefer Tarık'a, bir şey düşünüyor gibiydi. Ona bağırdığım anda gözlerini bana çevirdi, eliyle ceplerini yokladı ve ardından kafasıyla dış kapıyı işaret etti.
"Yürü." deyip büyük adımlarla kapıya ilerledi. Düşünmeye bile fırsat vermeden takım elbiseli adamın arkasından koşar adım ilerledim.
Kapıdan çıkıp onun lüks arabasına ilerlerken aklımda olan tek bir şey vardı o da Mahir. Rüyam aklıma geliyordu ve karganın sesi tüylerimi ürpertiyordu.
Ben daha arabaya binmeden Tarık motoru çalıştırmıştı, karanlık akşamda arabanın ışıkları boş araziyi aydınlattı. Sürücü koltuğunun yanına bindiğim anda ise Tarık arabayı hızla çalıştırdı. Telefonunu cebinden çıkarıp bir numarayı tuşladı, saniyesinde arama cevaplandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ
Teen Fiction[TAMAMLANDI] İstanbul'da yaşarken babasının iflası sonucu köye yerleşen Teoman ve köydeki herkesin deli diye andığı Mahir'in hikayesi.