44. Hayat Fısıltısı.

3.1K 342 55
                                    

Göz kapaklarımı yavaşça açıp uyuyamadığım şu yetmiş ikinci gecede, tekrar kalktım ve pelerinimi üzerime geçirdim. Pelerinim bana olmuyordu. Ne zayıfladığımı bilmiyordum ama giyindiğimde bomboş kalan yerleri sorun olduğunu anlamama yetecek sinyali veriyordu. Ama bunun beni endişelendirdiğini sanmıyordum.

 Düşen bir tüy sessizliğinde kapıdan çıktım. Her gece yaptığım gibi bu gece de gidecektim oraya. Uzaktı ama gitmeye değerdi. Orada bana ait küçük bir parça vardı. Gün geçtikçe ait olduğum yerler yok oluyordu ve kendimi hiçbir yere yakıştıramıyordum. Yakıştırabildiğim son yer topraktı. Gücüm en fazla oraya yetiyordu. 

Yukarıya doğru sessizce tırmanmaya başladım. Aslında gecenin üçünde bu yol tehlikeli olurdu. Lakin o kadar sessizdim ki ben bile varlığımdan şüphe duyuyordum. Sanki hayalet gibi hissediyordum. Ailemin çaresiz bakışları olmasa öylece eriyip gideceğimi hissediyordum.

 Herkes, her şey eski yerine oturmuştu. İliaca her zamanki gücünde, Thoras her zamanki rutininde, İnsanlar hayatlarının herhangi bir zamanlarındaydı. Ben de öyleydim tabii ki. Ama hayatın neresinde olduğumun çok fazla farkındaydım. Her gün sürekli son günümü geçiriyor gibi hissediyor, ibadethanenin kapısındaki beyaz güle bakarak yine bir güne uyanacağımı anlıyordum. O yalnız bırakılmış beyaz gülü her gece ziyaret ediyordum. Benim gibi terk edilmişti. Umarım hayat veriyorumdur diye düşünüyordum her gece. Çünkü o bana her gece yeni bir günün doğacağını fısıldıyordu. 

Ne yaptığımı, ne yapmam gerektiğini sorgulamayı bırakmıştım. Ben dahil herkes biliyordu ki ben yavaş yavaş ölüyordum. Sırf yaşayabilmem için kaçıp gitmiş, hayatını heba ettiği uğruna nice canlar yaktığı liderliği bırakıp gitmişti. Ama gittiği zaman da ölebileceğimi düşünmemişti.

Güneş, geleceğinin ışıklarını sağ yanağıma bahşederken beyaz gülün bugün de yaşamak zorundasın diyen fısıltılarını duydum. Duymam gereken cümleleri aldığıma göre gidebilirdim. Yavaşça ayaklanıp pelerinimin başlığını kafama örttüm ve yola girdim. 

Bir gün bana fısıldamayacaktı. O güne kadar da gidip görmeye devam edecektim. Dünya için önemsiz bir duygunun ölüşüydü bu ama benim devrimimdi. Bir İliaca'lı lidere aşık olmuş, ölmüştüm. Benim gibi niceleri gelip geçmişti belki de, onlardan farklı olmayacaktım. Ama ölümümün yine de ondan olmasını isteyecek kadar da gözüm kararmıştı.

 Beni mühürlemesini istiyordum. Tekrar yapmasını istiyordum. Sonu hiç iç açıcı değildi evet ama çok da güzel başlamamıştı hikayemiz.

Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra sessizce kapıdan girdim. Yavaşça merdivenleri çıktıktan sonra annemin mırıltıları kulağıma doldu. Onlar daima erken kalkar, yapacaklarının planını yazarlardı kağıtlara ve ondan sonra yaşarlardı. Ben de aynısını yapmalıyım diye düşündüm bir kez ama kısacık bir not için kocaman bir kağıdı ziyan etmeye gerek yoktu. 

Gece üçte kalk, sabah beşte gel ve öylece düşün, düşünmeye devam et.

Buydu. Yapmaya değer hiçbir şeyim yoktu. Tamamen israftım. 

"Belki de büyücü çağırmalıyız. Görmüyor musun gözümüzün önünde eriyor."

Odalarının önünden geçerken duydum annemi. Ve kalmak istedim. Hakkımda ne düşünüyorlar bilmek istedim. Onlara da acı çektiriyordum. Suçlu hissettiriyordu ama elimden gerçekten bir şey gelmiyordu. 

İLİACAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin