8• 18 Nisan 2013
"Han Nehri'nin kenarında parçalanmış bir ceset bulunmuş, oraya gidiyorum." Jeongguk onu onaylayarak aramayı sonlandırmıştı. Yoongi içtiği tatlı yoğurdun içine şaşı yaptığı gözleriyle bakarken Jeongguk ona gülmüştü. "Sevimli görünüyorsun," Yoongi bardağı ağzından çekip dudaklarını yalamıştı. "Tadı çok güzel," Jeongguk başını sallamıştı. "Öyle," derin nefes alarak önündeki dosyalara geri dönmüştü. "Biz nelerle uğraşıyoruz, o nelerle uğraşıyor. Ah, Tanrım." Saçlarını karıştırarak dosyanın içindeki kağıtları karıştırmaya devam etmişti.
Saatler sonra Yoongi uykuya daldığında Jeongguk'un tekrardan telefonu çalmıştı. Jeongguk aramayı cevapladığında Jimin'in sesi ağlamaklı geliyordu. "Jeongguk, Hido," demişti. "O adam, Yoongi'nin babası, onu öldürmüş. Not bırakmış birde yanına, onu vermediğimiz için daha çok kişiyi öldüreceğini yazmış." Burnunu çektiğinde Jeongguk'un bakışları Yoongi'yi bulmuştu. "Jimin neredesin? Yanına geleceğim," ayağa kalkıp üzerine mantosunu almıştı. "Hayır, Yoongi'nin yanında kal. Eğer sanada zarar verirse ona bakacak kimse kalmıyor. Bu ilk değildi zaten, ilk kez bir meslektaşım öldürülmedi. Sadece benim yüzümden olması kötü hissettiriyor."
"Jimin, yapmayacağını biliyorum ama sakın kötü düşünme. Her şey, olması gerektiği gibi ilerliyor. Hido'nun kaderi böyle yazılmıştı ve bunu değiştiremezdik. Kendin söylemiştin bunu, hatırlamıyor musun? Babamı kaybettiğim zamandı," Jimin gülümsemişti. "Sanırım haklısın, bunu bu kadar düşünmemeliyim. Sonuçta bir haftaya kalmaz başka biri gelecek." Aslında bilmediği bir şey vardı, çoktan bir kişi atanmıştı. "Hido otopsi için gönderildi değil mi? Sonuçlar çıktığında bana haber ver," aramayı sonlandırıp mantosunu çıkartmış ve Yoongi'nin yanına geri dönmüştü.
Onun hala uyuduğunu gördüğünde rahat bir nefes alıp yerine oturmuş, dosyaları incelemeye devam etmişti. Birkaç dakika sonra yemek saati gelip Yoongi uyandığında yosun çorbasını güzelce içmiş fakat kısa süre sonra Yoongi fenalaştığında yosuna alerjisi olduğunu öğrenmişlerdi. Fakat daha önce yosunlu bir şey yememiş miydi? Hatırlamıyordu.
"Ağırıyor," Yoongi iğnenin yapıldığı kalçasını ovarken mırıldanmıştı. "Alerji için yapıldı Yoongi, ağırması normal." O kadar büyük acılar çekmişti ki, bu minik ağrı onu öldürecek gibi hissediyordu. "Ama çok ağırıyor," alt dudağını sarkıtmıştı. "Hem, alerji ne demek?" İlk defa duyduğu bu kelimenin ne demek olduğunu merak etmişti. "Alerji, hayatın boyunca bir şeyi bir daha yememen, içmemen, dokunmaman gerek şeydir. Mesela sen bir daha yosun yiyemezsin." Yoongi alt dudağını sarkıtmıştı. "Neden alerjiler var o zaman? Yemekler yememiz için değil mi? Alerji olduğumuz zaman sevdiğimiz şeyleri yiyemeyiz," üzülmüştü. Oysa yosunun tadını çok sevmişti. "Üzülme boşuna, daha güzel şeyler yiyebilirsin." Fakat yosun istiyordu. "Ama yosun--"
"Hayır, yosun yok. Başka bir şey yiyebilirsin." Jeongguk dosyalara tekrar bakarken bir şeyleri gözden kaçırdığına emindi. Yoongi'nin babasının dosyasının bu kadar temiz olması normal değildi. İnsanlara işkence eden bir piçin dosyası bu kadar temiz olamazdı. Tek bir yanlış, tek bir yanlışı yoktu. Elvis Min'inde dosyası temizdi. Küçükken varlıklı bir aile tarafından evlat edinilerek İngiltere'ye gitmiş ve o on dokuz yaşındayken üvey ailesi bir kazada ölmüştü. Birkaç ay sknra ise soyadını tekrardan değiştirerek hayatına devam etmişti. Ve şimdi neden geri dönmüştü bilmiyordu Jeongguk.
"Yoongi, baban hiç Elvis diye birinden bahsetti mi?" Jeongguk aniden sorduğunda Yoongi dudaklarını büzüp gözlerini kısmıştı. "Evet, bahsetti. Kaçtığım zamandı, yanıma geldiğinde biriyle konuşuyordu ve çok sinirliydi. Küfür ediyordu, konuşma arasında ise, Elvis soyadını derhal değiştirip Kore'ye geri dön, diye bağırıyordu." Jeongguk heyecan ile başını sallamış ve telefonunu cebinden çıkartarak odadan ayrılmıştı.