3.BÖLÜM: "GURUR"

455 39 176
                                    

"Pride is what killed Al, and it is the flaw in every dauntless heart.

It is in mine."

― Veronica Roth, Allegiant

Zaman denen mefhum, canlı ya da cansız ayırt etmeksizin kendi akışında ilerliyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Zaman denen mefhum, canlı ya da cansız ayırt etmeksizin kendi akışında ilerliyordu. Onu durdurmak istediğimiz vakitler olduğu gibi ileri sarmak istediğimiz de çok oluyordu. Mesela küçük mutfağında kolundaki saate bakarken elindeki portakalı yıkayan Doruk için bugün, hiç yaşamadan atlamak istediği ruhsal bir yorgunlukla başlamıştı.

Suyu kapatıp yıkadığı portakalın kabuklarını soyarak dilimlere ayırdı. Ve dün arkadaşlarının doğum günü hediyesi olarak aldığı yeni katı meyve sıkacağına attığı kırmızı elmaların üstüne portakalları da attı. Makinayı çalıştırıp meyve suyunun hazır olmasını beklerken kendi meyve sıkacağının bozulduğunu onlara ne ara söylediğini hatırlamaya çalışıyordu. Meyveler meyve suyuna dönüştüğünde hazneyi bardağına boşaltarak balkonun yanındaki tek kişilik masasına oturdu. Kahvaltı tabağının yanına iki dilim de kepekli ekmek aldığında, tekrar saatini kontrol edip hızlıca kahvaltısını bitirdi.

Bulaşıkları da hallettikten sonra üzerine montunu geçirip anahtarını ve telefonunu cebine attı. Dün öğlenki konuşması aklına geldiğinde yüzünde sakin bir tebessüm oluşmuştu. Yeniden saati kontrol edip normalden on iki dakika erken olacak şekilde evden çıkarak hastaneye gelmişti. Önlüğünü giyip asistan bekleme odasına geçerek günün ameliyat programlarına ve bölümünün yatışı yapılmış hasta dosyalarına bakmaya başladı.

Dakikalar sonra Emir ve İlker geldiğinde hocaları da çok bekletmeden gelmişti. Beyin cerrahı olan Uygar Hoca, on üç saatlik zor bir ameliyat vakasını anlatıp İlker'i onu asiste etmesi için görevlendirmişti.

"Siz ikiniz de Tayfun Hocanızlasınız. Bugün acil vermiyorum arkadaşlar. Kolay gelsin."

Uygar Hoca çıktığında Tayfun Hoca da asistanları arkasına alarak ilk hastalarının odasına yürümeye başlamıştı.

"Onbaşı Ahmet Bey benim çok eski hastam," dedi Tayfun Hoca. "Daha doğrusu kızı."

Doruk elindeki dosyayı dikkatle incelerken Emir, hocasını onaylamıştı.

"Evet Hocam, benim yeni geldiğim zamanlardı. Hatırlıyorum Melek'i ve ailesini."

"Serebral palsi(1)," dedi Doruk mırıldanmaya benzer bir sesle. "Hocam bu raporlarda kaldığı kurumun bilgileri neden yok?"

Emir başını salladı. "Çünkü bakımevine yatırılmadı."

"Nasıl yani? Aile kendisi mi bakıyor? İyi de bu hastalık..."

"Evet," dedi Tayfun Hoca. "Tüm ısrarlarıma rağmen Melek'i bakımevine vermediler. Teşhis konduğunda iki yaşındaydı, şimdi beş yaşında. Yani üç yıldır onlarla yaşıyor."

FİYAKALI RUHLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin