5.BÖLÜM: "DUVARLAR"

285 26 143
                                    

"Her heart was a secret garden and the walls were very high."

— William Goldman

Bir kaybın sadece ayak seslerini duysa bile ruhuna duvarlar örmesine yeterdi Doruk'un. Ne kadar sert örerse o kadar kaçabileceğini düşündü düşmandan. Fakat bilmediği şey, duvarın altında ezilenlerden birinin de kendi olduğuydu.

Hastaneye ulaştığında gecenin karanlığı, acil kapısının önündeki ambulansların kırmızı mavi ışıklarıyla yerini soluk bir aydınlığa bırakmıştı. İliklerine kadar titrediğini hissetti. Havada ölüm soğuğu vardı.

Koşarak acil kapısından içeri girip endişe dolu gözlerle neredeyse tamamı dolmuş yatakları tek tek süzdü. Koluna dikiş atılan bir askerin başında Alya'yı eldivenlerini takarken gördüğünde ismini seslenerek yanına koştu.

"Sakin ol," dedi Alya yatıştırıcı bir sesle. "Hayati değil. Künt(1) travma riskine karşı yoğun bakıma aldık Kaan'ı. İki vertebra(2) kırığı ve sol kolunda ezilme var. Tomografi çekildi, şimdilik bekleyip omurilik travmasını takip ederek tedaviyi ona göre belirleyeceğiz."

Doruk'un kesik kesik nefesleri düzene girerken "Tomografi sonuçları?" dedi yorgun bir sesle.

Alya'nın dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Maalesef pek iç açıcı değil. Kırık sırt omuru ve bel..."

Sedyeyle içeri getirilen hastayı gören Alya sözünü yarıda keserek paramediklere doğru koşmaya başlamıştı. Doruk da onu takip ederken ellerine geçirebileceği bir eldiven arıyordu. "Doruk ben hallederim," dedi Alya boş bir yatağa kazada yaralanmış son askeri de alırken. "Yukarı çık, Çiğdem'in sana ihtiyacı var. Sonuçları yoğun bakımdan alırsan. Evet alıyoruz hastayı. Yavaş, yavaş! Bir, iki, üç!"

Doruk, o görmese de gözleriyle Alya'ya teşekkür etmişti. Hızlıca merdivenleri çıkarak yoğun bakım ünitesine koştu. Kapının önündeki siyah koltuklarda oturan kadını gördü sonra. Başını ellerinin arasına almış, kafasını neredeyse saçları yere değecek kadar eğmiş, hiç kıpırdaman oturuyordu Çiğdem. Adımlarını yavaşlatarak kadına yaklaştı ve fısıldadı. "Sarışın güzeli?"

Çiğdem başını ağır ağır kaldırdığında Doruk, kadının gözlerinde enkazdan farksız birisini görmüştü. Yüzü kireç gibiydi. Oturduğu yerden kalkıp kollarını Doruk'un boynuna dolayarak sıkıca sarıldı. "Doruk..." dedi yorgun bir sesle.

"Geldim, buradayım. İyi olacak merak etme."

Çiğdem kollarını geri çektiğinde sadece başını salladı. "Ben de geleyim seninle içeri," dedi birden. "Almadılar az önce içeri ama sen girdirirsin."

Doruk muhtemelen uyutulduğunu biliyordu ama yine de Çiğdem'i onayladı. Kendi önlük ve bonesini giydikten sonra bir tane de Çiğdem için ayarlarken kadının ayak bileğindeki yarayı fark etti.

"Çiğdem ayağına bir bakmam gerek."

Ayağında bir şey olduğunu yeni fark etmiş gibi şaşkınca başını eğdi. "Fark etmemişim, acımıyor zaten önemli bir şey değildir herhalde."

"Tamam," dedi Doruk ısrar etmeye çekinir bir halde. "Önce Kaan'ı görelim."

O sırada koridordan gelen hemşire Çiğdem'i üzgün bakışlarla süzdü. "Hanımefendi, size sadece birinci dereceden yakınları alabileceğimizi söylemiştim. Maalesef, giremezsiniz."

"Benim iznim var, ayrıca birinci dereceden yakını kendisi," dedi Doruk otoriter bir sesle. Hemşire özür dileyip yanlarından ayrılırken "Yani yakında olacak," diye tamamladı cümlesini. Çiğdem'in yüzünde çok küçük bir an bir gülümseme oluştu. Birlikte yatakların arasında ilerlerken başında serumunu takan bir hemşire ile Kaan'ı gördü Doruk. Gözlerini hızlıca birkaç kez kırpıştırarak sakin kalmaya çalıştı. Onu böyle hareketsiz yatarken görmek çok zordu. Dudaklarını hızlıca yalayarak birkaç kez yutkundu. Sanki kendi canından bir parça gözleri kapalı, yüzü yorgun şekilde yatıyordu.

FİYAKALI RUHLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin