Misafirler, güzel davet için Anna Pavlovna'ya teşekkür ederek dağılmaya başladılar.
Piyer kaba saba bir delikanlıydı. Normalden uzundu boyu, geniş bir gövdesi, kocaman kırmızı elleri vardı. Dedikleri gibi, salona girmesini bilmez, salondan çıkmayı, yani çıkarken şöyle uygun bir şey söylemeyi ise hiç beceremezdi. Dalgındı da. Kalkarken eline kendi şapkası diye generallere özgü sorguçlu üç köşe bir şapka geçirmiş ve onu general geri isteyinceye kadar sorgucundan çekerek elinde tutmuştu. Ama iyi yürekliliği, sadeliği, alçakgönüllülüğü bütün o dalgınlığını, salona girmeyi, konuşmayı bilmemesini örtüyordu. Anna Pavlovna ona döndü, bir Hıristiyan şefkatiyle, bu davranışlarından ötürü kendisini affettiğini anlatarak başını salladı ve dedi ki:
"Sizi yine göreceğimi umarım, ama düşüncelerinizi değiştireceğinizi de umarım, aziz Mösyö Piyer."
Piyer sesini çıkarmadı, sadece eğildi ve herkese, "Düşüncelerim düşüncelerimdir, ama nasıl iyi yürekli, nasıl babacan olduğumu görüyorsunuz," diyen gülümsemesini bir kez daha göstermekle yetindi. Bu gülümsemenin ne demek olduğunu herkesle birlikte Anna Pavlovna da hemen anladı.
Prens Andrey hole çıktı. Pelerini omuzlarına geçiren uşağa sırtını çevirerek o sırada dışarı çıkan Prens İppolit'le karısının konuşmalarına şöyle bir kulak kabarttı. Prens İppolit sevimli, gebe Prenses'in yanı başında duruyor, el gözlüğünün arkasından gözlerini dikmiş ona bakıyordu.
"Gidin Annette, soğuk alacaksınız," diye Küçük Prenses, Anna Pavlovna'yla vedalaştı ve yavaşça ekledi:
"Bu iş tamamdır."
Anna Pavlovna, Liza'nın görümcesiyle Anatol arasında hazırladığı izdivaç üzerine onunla konuşmaya fırsat bulmuştu.
Anna Pavlovna da yavaşça, "Size güveniyorum aziz dostum, ona yazın, bana söyleyin, Babası bu işi nasıl karşılayacak? Güle güle," diyerek holden ayrıldı.
Prens İppolit Küçük Prenses'e sokuldu, yüzünü yaklaştırarak yavaşça bir şeyler söylemeye başladı.
İki uşak (biri Küçük Prenses'in, öbürü Prens İppolit'in) konuşmanın bitmesini bekleyerek ellerinde şal ve redingotla duruyorlar, anlamadıkları bu Fransızca'yı öyle bir dinliyorlardı ki, söylenenleri anlıyor da bunu sezdirmek istemiyorlardı sanki. Prenses her zamanki gibi gülümseyerek konuşuyor, dinliyordu.
Prens İppolit, "Elçiliğe gitmemekle iyi yapmışım; sıkıcı bir yer... Çok güzel bir davet oldu bu, değil mi?" dedi.
Prenses üstü hafifçe tüylü dudağını kaldırarak cevap verdi:
"Balo çok iyi olacak diyorlar. Sosyetenin bütün güzel kadınları orada olacakmış."
"Hepsi değil, çünkü siz bulunmayacaksınız, hepsi değil," diye Prens İppolit neşeyle güldü; uşağı iterek elinden kaptığı şalı Prenses'in omuzlarına örttü. Beceriksizlikten mi yoksa isteyerek mi (bunu kimse kestiremezdi) her nedense, şalı Prenses'in omuzlarına örttüğü halde, kollarını uzun zaman geri çekmedi; onu sanki kucaklıyordu.
Prenses zarif bir hareketle, gülümseyerek yana çekildi; döndü, kocasına baktı. Prens Andrey'in gözleri kapalıydı. Çok yorgun ve uykusuz görünüyordu.
"Hazır mısınız?" diye karısını yukarıdan aşağı süzerek sordu.
Prens İppolit ökçelerinden aşağı inen yeni moda redingotunu aceleyle sırtına geçirdi, bacakları redingotuna dolaştı, uşağın yardımıyla arabaya binen Prenses'in peşinden avluya koştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...