Nişan töreni olmamış, Bolkonski ile Nataşa arasındaki söz kesimine dair kimseye bir şey söylenmemişti. Bunda ısrar eden Prens Andrey'di. İşin ertelenmesine o neden olduğu için bunun bütün ağırlığını da kendisinin çekmesi gerektiğini söylüyordu. Verdiği sözle kendini sonsuza dek bağladığını ama Nataşa'yı bağlamak istemediğini, onu bütünüyle özgür bıraktığını söylüyordu. Eğer Nataşa altı ay içinde kendisini sevmediğini hissederse reddetmeye hakkı olacaktı. Anne babanın da, Nataşa'nın da bunu duymak istemediklerini söylemeye gerek yok; ama Prens Andrey bu noktada ısrar ediyordu. Prens Andrey her gün Rostovlara geliyordu. Ama Nataşa'ya karşı bir nişanlı gibi davranıyordu: Ona "siz" diye hitap ediyor, yalnız elini öpüyordu. Tekliften sonra Prens Andrey'le Nataşa arasında eskisinden büsbütün başka, samimi, sade bir ilişki başladı. Sanki o ana kadar birbirlerini tanımıyorlardı. Prens Andrey de, Nataşa da sözlü olmadıkları zamanlar birbirine nasıl baktıklarını hatırlamayı severlerdi; şimdi her ikisi de kendilerini büsbütün başka birer varlık gibi hissediyorlardı: O zaman yapmacıklı, şimdi sade ve samimiydiler, önce aile içinde Prens Andrey'e karşı bir çekingenlik hissedilmişti; sanki o başka bir dünyaydı; Nataşa, ev halkını uzun zaman Prens Andrey'e alıştırmaya çalıştı; onun yalnızca görünüşte böyle davrandığını, oysa onun da herkes gibi olduğunu, kendisinin ondan korkmadığını, kimsenin de korkmaması gerektiğini herkese gururla söylüyordu. Birkaç gün sonra aile içinde ona alışıldı ve sıkılmaksızın yanında, onun da katıldığı eski yaşam tarzına devam edildi. O, Kont'la idare işlerine, Kontes'le ve Nataşa ile tuvalete, Sonya ile albüme ve kanaviçeye dair konuşabiliyordu. Bazen Rostovlar kendi aralarında ve Prens Andrey'in yanında bütün bu olup bitenlere hayret ediyorlardı; Prens Andrey'in Otradnoye'yi ziyaretine, onların Petersburg'a gelişlerine, Prens Andrey'in ilk gelişinde dadının Nataşa ile onun arasında fark ettiği benzerliğe, 1805 yılında Andrey'le Nikolay arasındaki çarpışmaya ve olup bitenlerin daha başka pek çok işaretine ev halkınca dikkat edilmişti.
Evde, her zaman nişanlıların yanında bulunan o şairane can sıkıntısı ve sessizlik hüküm sürüyordu. Sık sık bir arada oturur, hep susarlardı. Öbürleri kalkıp gidince de yalnız kalan nişanlılar yine hep öyle sessizce dururlardı. Gelecekteki hayatlarından çok az söz ederlerdi. Prens Andrey bunu konuşmaktan korkuyor, utanıyordu. Nataşa onun bu duygusunu da sezdiği başka duyguları gibi onunla paylaşıyordu. Bir ara Nataşa ona oğlunu sordu. Prens Andrey kızardı (şimdi sık sık kızarıyor ve bu Nataşa'nın çok hoşuna gidiyordu). Oğlunun kendisiyle oturmayacağını söyledi.
"Niçin?" diye korkuyla sordu Nataşa.
"Onu büyükbabasından ayıramam ve sonra..."
Nataşa onun düşüncesini hemen sezerek, "Onu ne kadar sevecektim!" dedi, "Ama sizi ve beni suçlamak için bahaneler bulunmamasını istiyorsunuz."
Yaşlı Kont kimi zaman Prens Andrey'e yaklaşır, onu öper, Petya'nın eğitimi ve Nikolay'ın işi hakkında ona akıl danışırdı. Yaşlı Kontes onlara bakıp göğüs geçirirdi. Sonya onu durmadan rahatsız etmekten korkar, istemedikleri zaman bile onları yalnız bırakmak için bahaneler bulmaya çalışırdı. Prens Andrey konuştuğu zaman (çok güzel anlatırdı) Nataşa koltukları kabararak onu dinlerdi; kendisi konuştuğu zaman Prens'in dikkatle ve sınayan gözlerle ona baktığını korkuyla, sevinçle fark ederdi. Bir şey anlayamayarak kendi kendine sorardı: "Bende ne arıyor? Bakışlarıyla bir şey elde etmeye çalışıyor! Bu bakışlarla aradığı şey bende yoksa ne olacak?" Bazen o, kendine has çılgınca neşeye kapılıyor, o zaman Prens Andrey'in gülüşünü duymaktan ve görmekten çok hoşlanıyordu. Prens Andrey, az gülüyordu, ama gülünce de kendinden geçercesine gülüyordu, bu gülüşten sonra da Nataşa hep kendini ona daha yakın hissediyordu. Yaklaşan ayrılığın düşüncesi onu ürkütmese, Nataşa tamamıyla mutlu olacaktı. Oysa bu düşünce ile Prens Andrey de sararıp ürperiyordu. Petersburg'dan ayrılışından bir gün önce Prens Andrey, balodan beri Rostovlara hiç uğramayan Piyer'i yanında getirdi. Piyer şaşırmış ve sıkılmış görünüyordu. Kontes'le konuşuyordu. Nataşa ile Sonya satranç masasının başına oturmuş, Prens Andrey'i yanlarına çağırıyorlardı. Prens Andrey onlara yaklaştı, "Bezuhov'u çoktandır tanıyorsunuz, değil mi?" diye sordu, "Sever misiniz onu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...