Geride kalan piyadeler, bir huniye dolar gibi girişe yığışarak aceleyle köprüyü geçtiler, nihayet bütün arabalar geçti, yığılma azaldı. Son tabur da köprüye girdi. Düşmanın bulunduğu yöne bakan öte uçta yalnız Denisov'un süvari bölüğünün hussar'ları kalmıştı. Karşı tepeden ta uzaklarda görünen düşman, nehrin geçtiği vadiden yarım verst kadar uzakta bulunan karşıdaki sırtta ufuk bittiği için, aşağıdan, köprüden henüz görünmüyordu. Ön taraf, yer yer Kazak devriye kollarının dolaştığı boş bir araziydi. Ansızın yolun karşısındaki sırtta mavi kaputlu askerler ve toplar belirdi. Bunlar Fransızlardı. Kazak devriyesi dağın eteğinden hızla uzaklaştı. Denisov'un süvari bölüğünün bütün subay ve erleri başka şeylerden söz etmeye, sağa sola bakmaya gayret ediyor ama yukarıda, tepede olup bitenleri düşünmekten kendilerini alamıyor, düşman kıtası sandıkları ufka doğru yükselen beneklere bakıp duruyorlardı. Öğleden sonra hava yine açılmış, güneş parlak ışığını Tuna'ya, onu kucaklayan gölgeli dağlara bırakmıştı. Her yer sessizdi. Karşıdaki sırtlardan ara sıra borazan sesleri, düşman haykırışları geliyordu. Süvari bölüğüyle düşman arasında küçük devriye kollarından başka kimse kalmamıştı. Onları birbirinden üç yüz sajen'lik (uzunluk ölçüsü. 2,134 m.) boş bir alan ayırıyordu. Düşman ateşi kesmiş, iki orduyu ayıran sıkı, geçilmez, erişilmez hat daha açık hissedilmişti.
Dirileri ölülerden ayıran sınırı andıran bu hattın bir adım ötesi bilinmezlik, acı ve ölümdür. Orada ne var? Kim var? Şu alanın, şu ağacın, güneşin ışıttığı şu damın ötesinde ne var? Kimse bilmez, ama herkes bilmek ister; bu hattı aşmak korkunçtur ama insan onu aşmak ister ve bilir ki er geç onu aşmak, hattın öte tarafında ne var, bunu öğrenmek gerekecek; ölümün öte tarafında ne var, bunu öğrenmek zorunluluğu gibi bu da.
Halbuki, insan güçlü, sağlıklı, neşeli, ateşlidir, kendisi gibi sağlıklı, ateşli ve heyecanlı insanlarla çevrilidir.
Düşman karşısında bulunan biri eğer bunu böyle düşünürse, böyle hisseder ve bu his bu anlarda, her şeye ayrı bir parlaklık, sevinçli bir izlenim verir.
Düşman tarafındaki bir tepenin ucunda küçük bir duman göründü, bir gülle, ıslık çalarak hussar bölüğünün üzerinden geçti. Hep bir arada bulunan subaylar kendi yerlerine dağıldılar. Hussar'lar yoktu. Herkes öndeki düşmana ve emir bekleyerek bölük komutanına bakıyordu. İkinci üçüncü bir gülle geçti. Besbelli ki, hussar' lara ateş ediliyor, gülleler monoton bir hızla ıslık çalarak hussar'ların başları üzerinden geçiyor, arkada bir yere çarpıyordu. Hussar'lar dönüp bakmıyor ama uçan güllenin sesi duyuldukça aynı anda ama değişik yüz ifadeleriyle bütün bölük adeta emirle, nefesini kısarak üzengiler üzerine kalkıyor, tekrar iniyordu. Erler başlarını çevirmeden göz ucuyla ve merakla bakarak arkadaşlarında uyanan etkiyi inceliyorlardı. Denisov'dan borazancıya kadar bütün yüzlerde dudakların çevresi, çeneler tek bir kavga arzusu, bir sinirlilik ve heyecan ifade ediyordu. Bölük komutanı, cezayla tehdit eder gibi bir tavırla erlere bakarak kaşlarını çattı. Junker Mironov, gülle geçtikçe eğiliyordu. Rostov sol kanatta, dizleri hafifçe berelenmiş ama hâlâ gösterişli Graçik'in üstünde duruyor, büyük bir dinleyici kalabalığı önünde sınava çağrılmış, kendini göstereceğinden emin bir öğrenciyi andırıyordu. Gülleler altında ne kadar soğukkanlı durduğuna dikkat edilmesini ister gibi herkese açık ve parlak gözlerle bakıyordu ama onun da yüzünde, ağzının kenarında bir heyecan ve kaygı çizgisi beliriyordu.
Yerinde duramayan, bölüğün önünde atını sağa sola koşturup duran Denisov bağırdı:
"Orada eğilip duran da kim? Junker Mironov! Çok kötü; bana bakın!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
Ficción GeneralI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...