XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI

26 0 0
                                    



Moskova'da Fransızların emilip dört bir yana akışı, Piyer'in şimdi oturduğu mahalleye 2 Eylül'de ancak akşama doğru ulaşmıştı.

Piyer, inzivada, geçirdiği son iki tuhaf günden sonra deliliğe yakın bir duruma düşmüştü. Bütün varlığına bir tek düşünce hâkim olmuştu. Ne zaman, nasıl olduğunu kendi de bilmiyordu ama bu düşünce şimdi onu öyle bir sarmıştı ki, artık ne geçmişi ne de içinde bulunduğu durumu hatırlıyor, görüp duyduğu şeyler ona bir rüya gibi geliyordu.

Piyer, hayatın, kendisini sarmış olan ve o günkü durumunda çözmeye gücü yetmediği karışık kördüğüm isteklerinden kurtulmak için evini bırakmıştı. Yosif Aleksiyeviç'in evine rahmetlinin belgelerini, kitaplarını toplamak bahanesiyle gidişi, sırf sessizliğe, huzura kavuşmak içindi; çünkü şimdi sürüklendiğini hissettiği karmakarışık olayların tersine, Yosif Aleksiyeviç'in anısı Piyer'in ruhunda sonsuz, sakin yüksek düşünceler uyandırıyordu. Aradığı sakin bir sığınaktı; Yosif Aleksiyeviç'in yazı odasında bunu gerçekten de bulmuştu. Yazı odasının ölü sessizliği içinde tozlu masaya dirseklerini dayayıp oturunca, son günlerin, özellikle Borodino Savaşı'nın anıları usulca, art arda geçmeye başladı zihninden; ruhunda, "onlar" diye iz bırakmış olan insanlardaki dürüstlüğün, sadeliğin, kuvvetin yanında kendi yavanlığını, değersizliğini hissetti. Gerasim onu daldığı düşüncelerden ayırdığı zaman Piyer, Moskova'nın halk tarafından yapılacak savunmasına (böyle bir savunmanın hazırlandığını biliyordu) katılmayı tasarlamıştı. Bu amaçla Gerasim'den, kendisine hemen bir kaftanla bir tabanca bulmasını rica etmiş, ona, Yosif Aleksiyeviç'in evinde, adını gizleyerek kalmak niyetinde olduğunu bildirmişti. Sonra, bir başına işsiz güçsüz geçirdiği (Piyer dikkatini masonlukla ilgili elyazması belgelerin üzerinde toplamaya boşuna gayret etmişti) bu ilk gün içinde, eskiden de düşündüğü gibi, kendi adının Bonaparte adıyla birleştirilince aldığı esrarengiz anlam geçti aklından ama bu, yani vahşi hayvanın saltanatına son vermek işinin kendisine, l'Russe Besuhof'a nasip olduğu düşüncesi, insanın aklından sebepsiz yere, hiçbir iz bırakmadan gelip geçiveren hülyalardan biriydi.

Piyer, (yalnızca Moskova'nın savunmasına katılmak amacıyla) kaftan satın aldıktan sonra Rostovlara rastlayıp da, Nataşa ona, "Kalıyor musunuz? Ah, ne iyi..." dediği zaman aklına, Moskova'yı alsalar bile şehirde kalarak kendine nasip olan görevi yerine getirmenin gerçekten de iyi olacağı düşüncesi gelmişti.

Ertesi gün de bir tek düşünceyle, nefsine acımamak, hiçbir konuda onlardan geri kalmamak düşüncesiyle Üçdağlar'ın yolunu tutmuştu. Ama Moskova'nın savunulmayacağını anlayıp eve döndüğü zaman, önceleri aklından yalnızca bir olasılık olarak geçen şeyin şimdi bir zorunluluk haline geldiğini hissetti birden. Adını gizleyerek Moskova'da kalacak, Napoléon'la karşılaşacak, onu öldürecek; ya kendisi mahvolacak ya da, ona göre, sırf Napoléon'un yüzünden Avrupa'nın başına gelen felaketlere bir son verecekti.

Piyer, 1809 yılında, Viyana'da bir Alman öğrencisinin Napoléon'a karşı giriştiği suikastın bütün ayrıntılarını, bu öğrencinin kurşuna dizildiğini de biliyordu. Ama görevini yerine getirirken karşılaşacağı ölüm tehlikesi onu bir kat daha coşturmaktaydı.

Aldığı karara doğru Piyer'i karşı konulmaz biçimde çeken iki güçlü duygu vardı: Birincisi, genel felaketin onda uyandırdığı kendini feda etme, acı çekmek ihtiyacıydı; 25 Ağustos'ta yine bu duyguya kapılarak Mojaisk'e doğru yola çıkmış, savaşın içine sürüklenmişti, şimdi yine bu duygunun etkisiyle evinden kaçıp alıştığı lüksü, rahatlığı terk ederek, kaskatı bir divanın üstünde soyunmadan yatıyor, Gerasim'le aynı yemeği yiyordu. Öteki duygu koşullara bağlıydı; yapay ve geçici olan, insanların çoğunluğunca dünyanın en büyük nimeti sayılan her şeye karşı hissedilen, sırf Ruslara özgü o belirsiz hafifseme duygusuydu. Piyer, bu sihirli, tuhaf duyguya ilk kez Slobodski Sarayı'nda kapılmıştı; çünkü orada ansızın anlamıştı ki, insanların onca peşinden koştukları, dört elle sarıldıkları zenginliğin, iktidarın, hatta hayatın bile bir değeri varsa o da bütün bu şeylerin fırlatılıp atılmasındaki zevktedir.

Savaş ve BarışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin