IV - V - VI

24 1 0
                                    



Lısiye Gori, Prens Nikolay Andreyiç Bolkonski'nin malikânesi Smolensk'ten 60 verst uzakta, onun arkasında, Moskova yolunun üç verst ötesinde bulunuyordu.

Prens'in Alpatıç'a emirler verdiği gece Dessallés, Prenses Mariya ile görüşmek istemiş, Prens'in sağlığı yerinde olmadığından, güvenliği için hiçbir tedbir almadığına ama Prens Andrey'in mektubundan Lısiye Gori'de kalmanın tehlikeli olduğu anlaşıldığına göre, gerçek durum ve Lısiye Gori'nin karşılaştığı tehlikenin derecesi hakkında bilgi verilmesi ricasıyla Smolensk valisine Alpatıç'la kendisinin bir mektup göndermesini saygıyla tavsiye etmişti. Prenses Mariya kendi ağzından Dessallés'nin valiye yazdığı mektubu imzaladı, onu valiye götürmesini ve tehlike varsa mümkün olduğu kadar çabuk dönmesini emrederek Alpatıç'a verdi.

Alpatıç, bütün emirleri aldıktan sonra kendisini uğurlayan ev halkıyla birlikte başında beyaz tüylü şapkası (Prens'in hediyesi) elinde tıpkı Prens gibi, bir bastonla, üç besili kır at koşulmuş meşin körüklü arabaya binmek üzere çıktı.

Büyük zil bağlıydı, küçük zillerse kâğıtlarla tıkanmıştı. Prens Lısiye Gori'de zille gezilmesine izin vermezdi. Ama Alpatıç uzun yolculuklarda büyük ve küçük zilleri severdi. Herkes, güvenlik komiseri, hesap memuru, iki kadın aşçı, iki kocakarı, bir Kazak çocuk, arabacılar, çeşitli hizmetçiler onu uğurluyorlardı.

Kızın sırtına ve altına basma kaplı kuştüyü yastıklar, minderler yerleştirdi. Yaşlı baldızı, gizlice arabaya bir paket soktu. Aşçılardan biri onu koltuklayarak arabaya bindirdi.

Alpatıç soluyarak tıpkı Prens gibi çabuk çabuk, "Ah, şu kadın hazırlıkları! Şu kadınlar, şu kadınlar!" dedi ve arabaya oturdu, işler için güvenlik komiserine son emirleri verdi ve burada artık Prens'i taklit etmeyerek dazlak başından şapkasını aldı, üç kere haç çıkardı.

Savaş haberlerini ima ederek karısı ona bağırdı:

"Siz, eğer bir şey olursa... Geri dönün, Yakov Alpatıç; Tanrı aşkına, bize acıyın."

"Şu kadınlar, şu kadınlar, kadın hazırlıkları!" diye mırıldandı Alpatıç, kimi yeri sararmış çavdar, kimi yeri sık ve henüz yeşil yulaf, kimi yeri yeni yeşermeye başlamış siyah tarlada etrafı süzerek ilerlemeye başladı.

Alpatıç, bu yılın yeni yaz mahsulünü seyrederek, yer yer biçilmiş çavdar tarlalarının çizgilerine bakarak ilerliyor, ekim ve hasat için idari programını ve Prens'in unutulmuş bir emri olup olmadığını düşünüyordu.

Yolda hayvanları iki kez yemledikten sonra, Alpatıç, 4 Ağustos'ta akşama doğru şehre vardı.

Yolda ağırlıklara ve askerî kıtalara rastlamıştı. Smolensk'e yaklaşırken uzaktan top sesleri duydu, ama bu sesler onu şaşırtmadı. Onu en çok şaşırtan şey, Smolensk'e yaklaşırken birtakım askerlerin yem için biçtikleri anlaşılan, üzerinde ordugâh kurulmuş çok iyi bir yulaf tarlası görmüş olmasıydı. Bu durum Alpatıç'ı şaşırttı ama kendi işini düşünerek bunu çabuk unuttu.

Otuz yıldan fazla oluyordu ki Alpatıç'ın merakları Prens'in arzusuyla sınırlıydı; hiçbir zaman bu dairenin içinden çıkmamıştı. Prens'in emrini yerine getirmekle ilgili olmayan hiçbir şey Alpatıç'ı ilgilendirmediği gibi onun için mevcut da değildi.

Alpatıç, 4 Ağustos akşamı Smolensk'e gelerek Dinyeper'in ötesinde Gaça varoşunda bir hanın önünde, otuz yıldır alıştığı Ferapontov'un hanında durdu. Ferapontov, on iki yıl önce Alpatıç'ın uğurlu aracılığıyla Prens'ten bir koru satın almış, ticarete başlamıştı; şimdi ilde bir evi, bir hanı, bir uncu dükkânı vardı. Ferapontov, kalın dudaklı, iri burnunda, siyah, çatık kaşlarının üstünde urlar bulunan şişman, siyah saçlı, kırmızı yüzlü, koca göbekli kırk yaşlarında bir mujikti.

Savaş ve BarışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin