XXXII - XXXIII - XXXIV - XXXV - XXXVI - XXXVII

21 0 0
                                    



Piyer, korkudan kendini kaybetmiş bir halde yerinden sıçradı, etrafını saran dehşetten kendisini koruyacak biricik sığınağa, geriye, bataryaya doğru can havliyle koştu.

Sipere girdiği sırada, bataryada top seslerinin dinmiş olduğunu; bazı insanların orada bir şeylerle uğraştıklarını fark etti. Bu insanların kim olduğunu anlamaya vakit bulamadı. Sanki eğilmiş de, aşağıda bir şeylere bakıyormuş gibi istihkâm siperinin üstüne abanmış, yüzükoyun yatan yaşlı albayı gördü; sonra, bir yerlerden tanıdığı bir askeri de gördü; bu asker kollarını tutan insanların arasında ileriye doğru fırlamak isteyerek debeleniyor, "Kardeşler!" diye bağırıyordu, başka tuhaf şeyler de gördü Piyer.

Ama albayın ölü, "Kardeşler!" diye bağıranın da esir olduğunu kavramaya henüz vakit bulamamıştı ki, gözlerinin önünde bir başka asker arkadan süngülendi. Piyer, sipere ayak atar atmaz, mavi üniformalı, yüzü gözü ter içinde, sararmış, zayıf bir adam bir şeyler haykırarak, yalın kılıç, ona doğru koşmuştu. İçgüdüsüne uyarak sakındı, çünkü birbirlerini görmemiş, çarpışmak üzereydiler; kolunu uzattı, bir eliyle adamı (bu bir Fransız subayıydı) omzundan yakaladı, öteki eliyle de boğazına sarıldı. Subay, kılıcını bırakarak, Piyer'in yakasına yapıştı.

Birkaç saniye birbirlerinin yüzüne korkulu gözlerle baktılar. Şaşkın, ne yapacaklarını bilmez bir haldeydiler. İkisi de, "Ben mi esir düştüm, yoksa ben mi esir aldım?" diye düşünüyordu. Ama belli ki Fransız subayı kendisinin esir düştüğüne daha çok inanıyordu, çünkü Piyer'in eli onun boğazını gittikçe daha çok sıkıyordu. Fransız, bir şeyler söylemek isterken bir gülle, korkunç ıslıklar çalarak alçaktan, tam başlarının üstünden, geçti. Fransız subayı başını öyle hızla eğdi ki, bu baş kopup gitmiş gibi geldi Piyer'e.

Piyer de başını eğip ellerini bıraktı. Artık kimin kimi esir aldığını düşünmeyen Fransız, geriye, bataryaya doğru koştu; Piyer'se ayağına sarıldıklarını zannettiği ölülere takılıp sendeleyerek yokuş aşağı koşmaya başladı. Ama daha yokuşun dibine varmadan Rus askerleriyle karşılaştı; birbirlerini itip kakarak, düşe kalka, bağıra çağıra bataryaya doğru neşeyle koşuyorlardı. (Yermolov'un kendine mal ettiği hücumdu bu; söylediğine bakılırsa bu mucize ancak onun yiğitliği sayesinde, şansının da yardımıyla gerçekleşebilmiş ve o, ceplerine doldurduğu Giyorgiyev nişanlarını işte bu hücumda höyüğün üstüne saçmış.)

Bataryayı ele geçirmiş olan Fransızlar kaçtı. Fransızları, "Hurra!" diye bağrışarak bataryadan çok uzaklara kadar kovalayan bizim askerlerse güçbela durdurulabildi.

Esirler, aralarında çevresi subaylarımızla sarılmış bir Fransız generali olduğu halde bataryadan götürüldü. Yüzleri acı çekmekten bozulmuş, bir sürü Rus ve Fransız yaralısı, yürüyerek, sürünerek ya da sedyelerde, bataryadan uzaklaşıyordu. Piyer, üstünde bir saatten fazla vakit geçirdiği höyüğe çıktı; orada, kendisini de içine almış olan o aile ocağından hiç kimseyi bulamadı. Tanımadığı birçok ölü vardı. Bununla birlikte, yine bazı tanıdık ölülere rastladı. Küçük subay, siperin kıyısında, kanlar içinde, hep öyle iki büklüm duruyordu. Kırmızı suratlı asker de hâlâ kıpırdanıyordu ama onu kaldırıp götürememişlerdi.

Piyer, bayır aşağı koştu.

Savaş alanından gelen sedye kalabalığının peşine amaçsızca takılarak, "Hayır, artık bu işi durdururlar, bu yaptıkları işten artık kendileri de dehşete düşmüşlerdir," diye düşünüyordu.

Ama isle kararan güneş henüz ufkun üstündeydi; ileride, hele solda, Semyonovski tarafında, sisin içinde bir şeyler kaynıyor; top ateşlerinin uğultusu, silah sesleri, azalmak şöyle dursun, soluğu kesilirken son gücüyle haykıran bir insan gibi, ümitsizce çoğalıyordu.

Savaş ve BarışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin