Piyer'in girdiği ve dört hafta kaldığı barakada yirmi üç esir er, üç subay ve iki memur vardı.
Sonraları Piyer bütün bu insanları bulanık bir şekilde hatırladı. Fakat Platon Karatayev onun ruhunda daima güçlü ve değerli bir hatıra olarak, bir Rus'ta iyi ve cana yakın ne varsa hepsinin canlı bir ifadesi olarak kaldı. Ertesi gün Piyer tanyeri ağarırken komşusunu gördüğü zaman, ilk izlenimi, onun yuvarlaklığı oldu. Belinden iple bağlı Fransız kaputuyla, kasketi ve çarıklarıyla Platon'un bütün görünüşü, baştan aşağı yuvarlaktı. Başı, sırtı, göğsü, omuzları, hatta hep birini kucaklayacakmış gibi tuttuğu kolları yuvarlaktı; hoş gülümsemesi, kestane rengi büyük şefkatli gözleri yuvarlaktı.
Platon Karatayev, eski bir asker olarak katıldığı seferler hakkında anlattığı hikâyelerden anlaşıldığına göre elli yaşlarında vardı. Kaç yaşında olduğunu kendisi asla bilmez, söyleyemezdi; ama güldüğü zaman (sık sık gülerdi) ortaya çıkan güçlü ve bembeyaz dişleri tam ve sağlamdı; saçlarında ve sakallarında bir tek beyaz yoktu; bedeni kıvrak, çok sağlam ve dayanıklı görünüyordu.
Yüzü, kırışıklarına rağmen, bir masumiyet ve gençlik ifadesi taşıyordu; sesi hoş ve ahenkliydi. Hızlı ve rahat konuşuyordu.
Söylediği ve söyleyeceği sözü hiç düşünmediği belliydi; bu konuşmada, sesinin tınısında hayret verici özel bir inandırıcılık vardı.
Güçlü yapısı ve çevikliği, tutsaklığının ilk zamanlarında öyleydi ki yorgunluk, hastalık nedir bilmiyordu. Her gün sabah akşam yatakta şöyle derdi: "Tanrım, bir taş gibi yatır, bir has ekmek gibi kaldır bizi." Sabahları kalkarken hep aynı şekilde omuzlarını silkerek şöyle derdi: "Yattım kıvrıldım, kalktım silkindim." Gerçekten de, hemen bir taş gibi uyuması için başını yastığa koyması ve kalkar kalkmaz, oyuncaklarına koşan çocuklar gibi, bir saniye geçirmeden silkinip hemen bir işe sarılması bir olurdu. Elinden her şey gelirdi, yaptığını çok iyi yapmazdı ama kötü de yapmazdı. Ekmek yapar, yemek pişirir, dikiş diker, rendeler, çizme yapardı... Her zaman meşguldü; ancak geceleri şarkı söyler ve konuşurdu. Şarkıyı başkaları tarafından dinlendiklerini bilenler gibi değil, kuşlar gibi söylerdi; çünkü bu sesleri çıkarmak besbelli onun için gerinmek veya yürümek gibi doğal bir şeydi; bu sesler daima ince, yumuşak, hemen hemen kadın sesi gibi yanıktı; şarkı söylerken yüzü çok ciddi bir şekil alırdı.
Esir düşüp de sakal bırakınca, zorunlu olarak takındığı o kendine yabancı asker tavrını bir kenara atmış, eski köylülüğüne, halk adamı karakterine dönmüştü.
"İzinli askerin gömleği pantolonun dışına çıkar," derdi.
Askerlik hayatından şikâyet etmezdi ama söz etmeyi de sevmezdi; askerlik hizmeti süresince bir kez bile dayak yemediğini sık sık tekrarlardı. Bir şeyler anlatacaksa daha çok eski ve kendisinin çok değer verdiği anlaşılan köylülük, kendi tabiriyle "Hıristiyanlık" hatıralarını anlatırdı. Genellikle askerlerin kullandığı, çoğu çirkin, açık saçık atasözlerini değil, ayrı olarak alındıkları zaman anlamsız görünen, yerinde söylenince derinliği anlaşılan halk vecizelerini severdi.
Çoğu zaman daha önce söylediğinin tersini söylerdi, ama ilk söylediği de, sonraki de daima doğruydu. Konuşmayı sever, iyi konuşur, sözlerini sevgi ifade eden küçültme edatlarıyla ve (Piyer bunları kendisinin uydurduğunu düşünürdü) atasözleriyle süslerdi; ama hikâyelerinin başlıca güzelliği, bazen fark edilmeden geçen en basit olayların onun sözlerinde müthiş çekici görünmesindeydi. Kendisi, geceleri bir askerin anlattığı (hep aynı) hikâyeleri dinlemeyi severdi, fakat en çok gerçek hayat hikâyelerini dinlemekten hoşlanırdı. Bu tür hikâyeleri dinlerken neşeyle gülümser, araya söz katar, anlatılan şeyin güzelliğini kavramaya çalışarak sorular sorardı. Piyer'in anladığı kadarıyla Karatayev'in özel bağlılıkları, dostlukları, sevgileri yoktu; hayatta karşılaştığı her şeyi, herkesi, özellikle insanları, bütün insanları sever, onlarla dostça geçinirdi. Köpeğini sever, arkadaşlarını, Fransızları sever, komşusu Piyer'i severdi; ama Piyer, kendisine gösterdiği bütün iyiliğe rağmen (bununla, Piyer'in manevi hayatının hakkını veriyordu) Karatayev'in, ondan ayrılmakla üzülmeyeceğini hissediyordu. Piyer de Karatayev'e karşı aynı duyguyu beslemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...