Prenses Mariya misafir salonunda oturup yaşlıların konuşmalarını, dedikodularını dinlemiş, duyduklarından bir şey anlamamıştı. O yalnız, babasının ona karşı takındığı düşmanca tavırları bütün misafirlerin fark edip etmeyeceklerini düşünüyordu. Onlara üçüncü kez gelmiş olan Drubetskoy'un bütün bu yemek sırasında ona karşı gösterdiği özel ilgi ve nezaketin bile farkında olmamıştı.
Prenses Mariya, babası çıktıktan sonra, elinde şapkasıyla gülümseyerek, sonuncu olarak kendisine yaklaşan Piyer'e dalgın ve soran gözlerle baktı, salonda yalnız kaldılar.
"Biraz daha oturabilir miyiz?" diyen Piyer şişman gövdesiyle Prenses Mariya'nın yanında bir koltuğa çöktü. Prenses Mariya, "A elbette," dedi. Bakışı, "Bir şey fark etmediniz mi siz?" diye soruyordu.
Piyer, her öğle yemeğinden sonra olduğu gibi keyifliydi. Önüne bakıyor, hafifçe gülümsüyordu.
"Bu genci çoktan beri mi tanıyorsunuz, Prenses?" dedi.
"Hangi genci?"
"Drubetskoy'u."
"Hayır, çoktan beri değil..."
"Nasıl, hoşunuza gidiyor mu?"
Prenses Mariya babasıyla sabahki konuşmasını düşünerek, "Evet, hoş bir genç... Niçin bunu soruyorsunuz bana?" diye sordu.
"Çünkü şunu düşündüm: Bir delikanlı, Petersburg' dan Moskova'ya çoğu zaman yalnızca zengin bir kızla evlenmek amacıyla gelir."
Prenses Mariya: "Siz bunu düşündünüz demek!"
Piyer gülümseyerek, "Evet," dedi, "bu delikanlı şimdi öyle davranıyor ki, nerede zengin bir kız varsa o da orada. Onun içini bir kitap gibi okuyorum. Şimdi kararsızlık içinde, kime hücum etse; size mi, Yanından hiç ayrılmıyor."
"Onlara gidiyor mu?"
Anlaşılan, günlük hatıra defterinde sık sık şikâyet ettiği hali, o samimi alaycılığı üstünde olan Piyer, "Evet, çok sık gidiyor, hem siz yeni kur yöntemini biliyor musunuz?" dedi.
"Hayır."
Piyer, "Şimdi Moskova kızlarına; insanın kendisini beğendirmesi için Melankolik olmak lazım. O da Matmazel Karagina'nın yanında çok melankolik görünüyor," dedi.
Prenses Mariya, Piyer'in iyilik ifade eden yüzüne bakıp hep kendi acısını düşünerek, "Sahiden," dedi. "Bütün hissettiklerimi birine açmaya cesaret edebilsem rahatlardım," diye düşünüyordu, "özellikle Piyer'e her şeyi söylemek isterdim, o çok iyi yürekli, çok asil ruhlu... Rahatlardım. Bana öğüt verirdi!"
Piyer, "Onunla evlenir miydiniz?" diye sordu.
Prenses Mariya birden, kendisinin de ummadığı şekilde, "Ah, Tanrım, öyle anlar var ki Kont, kim olursa olsun evlenirim," dedi. "Ah, insanın yakını olan birisini sevmesi, onun için acı çekmekten başka bir şey yapamayacağını (titreyen bir sesle devam ediyordu) hissetmesi, hele bunu değiştiremeyeceğini bildiği zaman, ne kötüdür. O zaman tek çare şu oluyor: Gitmek; nereye gideyim ben?"
"Ne o, ne oluyorsunuz, Prenses?"
Ama Prenses sözünü bitiremedi, ağlamaya başladı.
"Bugün ne oldu bana bilmiyorum. Bana bakmayın, size söylediklerimi unutun."
Piyer'in bütün neşesi kaçmıştı. Prensesi kaygıyla sorguya çekmeye başladı. Her şeyi söylemesini, derdini ona açmasını rica etti; ama Prenses, söylediklerini unutmasını, ne söylediğini kendisinin de hatırlamadığını, onun da bildiğinden, yani Prens Andrey'in evlenmesinin baba ile oğlunun arasını açacak diye üzülmekten başka bir derdi olmadığını yineledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...